Filtreler
Araştırmacılar
Celiac disease in patients having recurrent aphthous stomatitis

Aydemir, Selim | Tekin, Solak Nilgün | Aktunç, Erol | Numanoğlu, Gamze | Üstündağ, Yücel

Article | 2004 | Turkish Journal of Gastroenterology15 ( 3 ) , pp.192 - 195

Amaç: Celiac hastalığı ince barsakların glutene intoleransı sonucu oluşan bir hastalıktır. Epidemiolojik çalışmalarda prevalansı hakkında çok farklı veriler vardı. Hastalarda genellikle çok geniş spektrumda semptom ve bulgulara neden olabildiğinden celiac hastalığı tanısının konulması zor olabilmektedir. Hastalığın erken evrede yakalanması önemlidir. Çünkü bu hastalarda barsak lenfoması gelişme riski artmıştır. Celiac hastalığı olan hastalarda rekürren aftoz stomatit prevalansındaki yükseklik nedeniyle rekürren aftoz stomatitli hastaların celiac hastalığı yönünden araştırılması asemptomatik celiac hastalığı olan hastaların tanı alma . . .sını sağlayabilir. Bu çalışma rekürren aftoz stomatit nedeniyle başvuran olgularda celiac hastalığı prevalansını saptamak için planlanmıştır. Yöntem: Çalışma gurubu olarak rekürren aftoz stomatit öyküsü olan, kontrol grubu olarak ise rekürren aftoz stomatit öyküsü olmayan olgular alındı. Tüm olgularda anti gliadin IgG, antigliadin IgA ve anti endomisium antikorları bakıldı. Ayrıca endoskopi yapılarak duodenum distal kesiminden biyopsiler alındı. Bulgular: Rekürren aftoz stomatit öyküsü olan 41 olgunun ikisinde patolojik inceleme ile doğrulanan celiac hastalığı bulundu (%4.8). Celiac hastalığı saptanan bu iki olgunun her ikisinde de anti gliadin IgA ve endomisium antikorları pozitif bulundu. Anti gliadin IgG antikoru ise olguların birinde pozitifti. Kontrol grubundaki 49 olgunun hiçbirinde celiac hastalığı saptanmadı. Sonuç: Rekürren aftoz stomatit olgularında celiac hastalığı açısında ileri incelenmeler yapılmalıdır. Endoskopinin invaziv ve daha pahalı olması nedeniyle rekürren aftoz stomatitli olgularda celiac hastalığı ı araştırmak için öncelikli olarak serolojik tetkikler yapılmalı, seroljik markır pozitif olan olgularda endoskopik olarak duodenum ikinci kesiminden biyopsiler alınmalıdır. Background/aims: Celiac disease is a condition related to the small intestine’s intolerance to gluten. In epidemiologic studies the prevalence is highly variable. The diagnosis can be difficult due to the wide spectrum of signs and symptoms. As the risk for intestinal lymphoma is higher in these patients, early diagnosis has its privileges. The higher prevalence of recurrent aphthous stomatitis in celiac disease led us to investigate the celiac disease prevalence in patients with recurrent aphthous stomatitis, which might assist in diagnosis of asymptomatic celiac disease patients. The aim of this study was to determine the prevalence of celiac disease in patients presenting with recurrent aphthous stomatitis. Methods: The study group consisted of patients having a history of recurrent aphthous stomatitis. The control group included patients not having aphthous stomatitis. Antibodies to gliadin IgG and IgA and antibodies to endomysium were determined from the serum samples of all patients. Biopsies were obtained from the distal part of the duodenum. Results: Biopsies of two patients (4.8%) out of 41 belonging to the study group were diagnosed as celiac disease. In serum samples of both, antibodies to gliadin IgA and antibodies to endomysium were found to be positive. Antibodies to gliadin IgG antibody were positive in only one of these two patients. None of the 49 patients in the control group was diagnosed as celiac disease. Conclusion: Further evaluation of recurrent aphthous stomatitis patients for celiac disease must be performed. As the endoscopic procedures are invasive and costly, evaluation of recurrent aphthous stomatitis patients for celiac disease must include serologic markers at the beginning. If any positivity is determined in markers, then endoscopic procedures including biopsies of the duodenum must be considered as the second-step intervention Daha fazlası Daha az

Malignant melanoma associated with congenital melanocytic nevus and diagnosed with intestinal metastases: two case reports

Kandemir, Nilüfer Onak | Bahadır, Burak | Bektaş, Sibel | Barut, Figen | Yurdakan, Gamze | Gün, Banu Doğan | Engin, Hüseyin

Article | 2011 | Turkish Journal of Gastroenterology22 ( 1 ) , pp.77 - 82

Konjenital melanositik nevüs, odontogenez sırasında ortaya çıkan ve nöral-krest’den gelişen hamartomatöz lezyonlardır. Bu çalışmada konjenital melanositik nevüsden gelişen ve gastrointestinal sistem metastazları ile bulgu veren iki malign melanoma olgusu sunulmaktadır. İlk olgu, plevral ve peritoneal efüzyon ile başvuran 71 yaşında kadın hasta olup, endoskopik incelenmede doudenumda nodüler lezyonlar saptanmış ve biyopsi yapılmıştır. Karın ağrısı yakınması ile başvuran ikinci olgu 36 yaşında erkek hasta olup, ileumda invajinasyonlara neden olan kitlesel lezyonlar nedeniyle segmenter ileal rezeksiyon uygulanmıştır. Lezyonların histop . . .atolojik incelemesinde tüm mukoza katlarını infiltre eden diffüz neoplastik infiltrasyon görülmüştür. Belirgin atipi ve pleomorfizm içeren neoplastik hücrelerde S-100, HMB-45 ve Melan A immünreaksiyon saptanmıştır. Her iki olguya, malign melanoma tanısı verilmiştir. İlk olguda karın derisinde, ikinci olguda ise femoral bölgede konjenital melanositik nevüs saptanmış ve histopatolojik incelemelerde bu lezyonların malign melanoma yönünde transformasyon gösterdiği belirlenmiştir. Gastrointestinal sistemde malign melanoma gelişimi primer veya metastatik kökenli olabilir. Kesin tanı daima ayrıntılı klinik, histopatolojik ve immünhistokimyasal incelemeleri gerektirir. Congenital melanocytic nevi are hamartomatous lesions that develop from the neural crest and arise during odontogenesis. In this report, we present two malignant melanoma cases developed from congenital melanocytic nevi and revealed by gastrointestinal system metastases. The first case was a 71-year-old female who presented with pleural and peritoneal effusion and underwent biopsy due to detection of nodular lesions in the duodenum by endoscopic examination. The second case was a 36-year-old male patient who presented with abdominal pain in whom segmental ileal resection was performed due to mass lesions causing invaginations in the ileum. Histopathological examination of the lesions showed a diffuse neoplastic infiltration comprising the entire mucosal layers. In neoplastic cells having a marked atypia and pleomorphism, immunoreactions with S-100, HMB-45, and Melan A were detected. Both cases were diagnosed as malignant melanoma. Abdominal skin in the first case and the femoral region in the second case exhibited congenital melanocytic nevi, and those lesions were determined to show a transformation towards malignant melanoma in the histopathological studies. Malignant melanoma development in gastrointestinal system may have a primary or metastatic character. Definitive diagnosis always requires detailed clinical, histopathological and immunohistochemical analyses Daha fazlası Daha az

Primary intestinal diffuse large B-cell lymphoma forming multiple lymphomatous polyposis

Barut, Figen | Kandemir, Onak Nilüfer | Karakaya, Kemal | Kökten, Neslihan | Özdamar, Şükrü Oğuz

Article | 2011 | Turkish Journal of Gastroenterology22 ( 3 ) , pp.324 - 328

Multifokal ve atlamalı tutulum, primer gastrointestinal lenfomalar için oldukça nadir görülen bir gelişim paternidir. Klinik ve makroskopik özellikleriyle Crohn hastalığını taklit eden kaldırım taşı görünümü ile dikkat çeken bir ince barsağın multifokal diffüz büyük B hücreli lenfoma olgusu, klinik ve patolojik özellikleri ile beraber sunulmuştur. 25 yaşındaki erkek olgunun jejunoileal rezeksiyon materyalinde, arada sağlam görünümde mukoza alanları izlenen, en büyüğü 2,5 cm çapında olan, ülsere, serozayı da infiltre eden polipoid görünümde multipl lezyonlar izlendi. Mikroskopik incelemede, belirgin nükleollü, veziküler nükleuslu, ge . . .niş eozinofilik sitoplazmalı, pleomorfik, atipik karakterde lenfoid hücrelerden oluşmuş tümöral infiltrasyon gözlendi. Bu atipik hücrelerde vimentin, LCA, CD20, CD79a ile B hücre fenotipinde immün reaksiyon izlendi. Olguya, diffüz büyük B hücreli lenfoma tanısı verildi. Crohn hastalığı belirti ve bulguları ile başvuran hastalarda nadir de olsa bu antitenin olabileceği vurgulanmıştır. Multifocal and skip involvement is quite a rare developmental pattern for primary gastrointestinal lymphomas. A 25-year-old male patient with diffuse large B-cell lymphoma of the small intestine, with macroscopic features and clinical aspects imitating Crohn’s disease and attracting attention with cobblestone-like appearance, is presented herein together with the clinical and pathological features. Multiple ulcerated lesions were also observed infiltrating the serosa with polypoid appearance, 2.5 cm in largest diameter, within the resected jejunoileal specimen, which displayed patchy, healthy-appearing mucosal areas. In microscopic examination, a tumoral infiltration was observed comprised of pleomorphic, atypical lymphoid cells with abundant eosinophilic cytoplasm, marked nucleoli and vesicular nuclei. A B-cell phenotype immunoreaction was observed by vimentin, LCA, CD20, and CD79a in those atypical cells. The diagnosis of the case was diffuse large B-cell lymphoma.The possibility of the presence of this disorder, although rare, is emphasized here for patients applying to the hospital with the signs and symptoms of Crohn’s disease Daha fazlası Daha az

Unsedated small caliber esophagogastroduodenoscopy: Can we trust this technique?

Üstündağ, Yücel | Sarıtaş, Ülkü | Ponchon, Thierry

Article | 2011 | Turkish Journal of Gastroenterology22 ( 3 ) , pp.237 - 242

Küçük çaplı endoskoplar gastrointestinal endoskopinin müthiş teknolojik gelişiminin en iyi örneklerinden biridir. ilk olarak pediatrik yaş grubu için 1970’li yıllarda tasarlanmışken, günümüzdeki küçük çaplı videoendoskoplar, sedasyonsuz transnazal gastrointestinal endoskopi için 1994’den sonra kullanılmışlardır. Günümüzde, sedasyonsuz endoskopi bu cihazları kullanarak transoral veya transnazal olarak, olguların %90’ında başarıyla uygulanabilmektedir. Büyük serili çalışmalar, küçük çaplı endoskopinin uygulanması mümkün, güvenli ve iyi tolere edilen bir işlem olduğunu göstermiştir. Küçük çaplı endoskoplar, daha az öğürme refleksi veya . . . boğulma hissi uyandırdıkları için, sedasyon ihtiyacını ortadan kaldırarak, gastrointestinal endoskopinin potansiyel risklerini azaltmaktadırlar. Ayrıca, küçük çaplı endoskopi ile gastrointestinal endoskopi, özellikle yaşlı, yatağa bağımlı bireylerde, standart konvansiyonel endoskoplara göre daha az sempatetik sistem aktivasyonu ve daha az oksijen desatürasyonuna neden olmaktadır. Bununla beraber, küçük çaplı endoskopinin maliyet etkinlik analizinde bir görüş birliği olamamıştır. Standart endoskopi ile aynı endikasyonları olmasına rağmen, küçük çaplı endoskopi gastrointestinal darlığı olan olgularda tercih edilmektedirler. Daha az sıklıkla olan endikasyonlar, transnazal endoskopik retrograd kolanjiografi ve postpilorik beslenme tüpü yerleştirilmesidir. Küçük çaplı endoskopi ile özofagogastroduodenoskopi işlem uygulaması kolaydır ve genel olarak bu işlem için daha fazla eğitime gerek olmamaktadır. Bununla beraber, cihazların ek maliyeti, bazı medikolegal ve teknik durumlar, bu işlemin Japonya ve Fransa hariç olmak üzere bir çok ülkede popüler olamamasına neden olmuştur. Ancak, bu teknik hakkında bilgi paylaşımı ve bu cihazların potansiyel faydalarının vurgulanması, Türkiye dahil olmak üzere bir çok ülkede daha yaygı n kullanımına yardımcı olabilecektir. inanıyoruz ki, gastrointestinal endoskopi için küçük çaplı endoskopların günlük gastrointestinal endoskopi pratiğinde rutin kullanılması, bir çok ülke için çok uzak gözükmemektedir. Small caliber endoscopes are one of the best examples of fantastic technological advancements in gastrointestinal endoscopy. First designed for pediatric patients in the 1970s, current small caliber videoendoscopes were used for unsedated transnasal gastrointestinal endoscopy after 1994. Nowadays, unsedated endoscopy can be successfully done using small caliber endoscopes via transoral or transnasal route in nearly 90% of cases. Several large studies have shown that small caliber endoscopy is feasible, safe and well-tolerated. These devices can decrease the potential risks of upper gastrointestinal endoscopy by eliminating the need for sedation since these ultrathin endoscopes induce much less gag reflex or choking sensation in patients. Moreover, gastrointestinal endoscopy with small caliber endoscopes results in less sympathetic system activation as well as less oxygen desaturation compared to standard endoscopy, especially in aged, severely ill, bedridden patients. Nevertheless, there is no overall consensus on its cost effectiveness. Though indications are similar with standard endoscopy, small caliber endoscopy can be preferred in patients with gastrointestinal stenosis. Less common indications include transnasal endoscopic retrograde cholangiography and postpyloric feeding tube insertion. The esophagogastroduodenoscopy procedure with small caliber endoscopes is easy to perform, and there is generally no need for further training for this technique. However, the additional cost of equipment and some medicolegal and technical issues have resulted in the unpopularity of small caliber endoscopy in most countries other than France and Japan. However, sharing information about this technique and stressing its potential advantages can help in its widespread use in various countries including Turkey. We believe that routine use of small caliber endoscopes during daily gastrointestinal endoscopy practice is not far away in many countries Daha fazlası Daha az

Influence of vitamin C and E supplementation on the eradication rates of triple and quadruple eradication regimens in Helicobacter pylori infection (Author’s Reply)

Demirci, Hakan | Uygun, Ahmet | Uygun, Sevil İlikhan | Öztürk, Kadir | Üstündağ, Yücel | Kurt, Ömer | Bilici, Muammer

Letter | 2016 | Turkish Journal of Gastroenterology27 ( 3 ) , pp.290 - 291

Prevention of post-ERCP pancreatitis

Sarıtaş, Ülkü | Üstündağ, Yücel | Baron, Todd H.

Article | 2011 | Turkish Journal of Gastroenterology22 ( 5 ) , pp.449 - 463

Can partially hydrolyzed guar gum be an alternative to lactulose in treatment of childhood constipation?

Üstündağ, Gonca | Kuloğlu, Zarife | Kırbaş, Nihan | Kansu, Aydan

Other | 2010 | Turkish Journal of Gastroenterology21 ( 4 ) , pp.360 - 364

Amaç: Bu çalışmada, çocuklarda kabızlığın tedavisinde, lif kaynağı olarak kısmi hidrolize guar gumun kullanımının güvenliği ve başarısının, en sık kullanılan ozmotik laksatif olan laktuloz ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: 61 hastada (31 kısmi hidrolize guar gum, 30 laktuloz) randomize prospektif kontrollü çalışma yapıldı. Hastalara 4 hafta boyunca laktuloz veya kısmi hidrolize guar gum verildi. Standardize edilmiş bir form verilerek dışkılama sıklığı, dışkı kıvamı, aşırı gaz çıkarma ve karın ağrısının kayıt edilmesi istendi. Her iki tedavi grubunda başarı, güvenilirlik ve yan etki profili aile anketi ile elde olundu. Bul . . .gular: Günlük bazal lif (meyve ve sebze) tüketiminde her 2 grup arasında fark saptanmadı. Karın ağrısı olan ve dışkı tutan çocukların yüzdesi her 2 tedavi grubunda belirgin olarak azaldı ( Daha fazlası Daha az

The association between insulin resistance and hepatic fibrosis in patients with chronic hepatitis C: An observational, multicenter study in Turkey

Dökmeci, Abdulkadir | Üstündağ, Yücel | Hulagu, Saadettin | Tuncer, İlyas | Akdoğan, Meral | Demirsoy, Hüseyin | Köklü, Seyfettin

Article | 2014 | Turkish Journal of Gastroenterology25 ( 5 ) , pp.546 - 552

Background/Aims: To evaluate the association between insulin resistance and hepatic fibrosis in patients with chronic hepatitis C.Materials and Methods: A total of 104 chronic hepatitis C patients were included in this non-interventional, openlabel, observational, multicenter, cross-sectional study conducted at 20 gastroenterology clinics in Turkey. The primary end point was the correlation between stage of hepatic fibrosis and insulin resistance evaluated via the homeostasis model of assessment-insulin resistance index. Confounders of hepatic fibrosis and insulin resistance were the secondary end points. Results: The mean age of pa . . .tients was 52.8 years; 65.4% were female. Type 2 diabetes was present in 6.8% and insulin resistance noted in 38.0% of patients. Further, 45.7% of the patients had mild (A0/A1) and the remaining had moderate/severe (A2/A3) hepatic necroinflammatory activity. Patient distribution according to Metavir fibrosis stage was as follows: F0/F1 (57.0%); F2 (6.5%); F3 (23.7%); and F4 (12.9%). A univariate analysis revealed significant positive correlations between Metavir fibrosis stage and insulin resistance (r=0.297; p=0.007). Logistic regression analysis showed that significant predictors of insulin resistance were high alanine transaminase levels (odds ratio, 0.97; 95% confidence interval, 0.944-0.997) and liver fibrosis stage (odds ratio, 0.114; 95% confidence interval, 0.0210.607).Conclusion: Our findings revealed significant associations between insulin resistance and hepatic fibrosis. Background/Aims: To evaluate the association between insulin resistance and hepatic fibrosis in patients with chronic hepatitis C.Materials and Methods: A total of 104 chronic hepatitis C patients were included in this non-interventional, openlabel, observational, multicenter, cross-sectional study conducted at 20 gastroenterology clinics in Turkey. The primary end point was the correlation between stage of hepatic fibrosis and insulin resistance evaluated via the homeostasis model of assessment-insulin resistance index. Confounders of hepatic fibrosis and insulin resistance were the secondary end points. Results: The mean age of patients was 52.8 years; 65.4% were female. Type 2 diabetes was present in 6.8% and insulin resistance noted in 38.0% of patients. Further, 45.7% of the patients had mild (A0/A1) and the remaining had moderate/severe (A2/A3) hepatic necroinflammatory activity. Patient distribution according to Metavir fibrosis stage was as follows: F0/F1 (57.0%); F2 (6.5%); F3 (23.7%); and F4 (12.9%). A univariate analysis revealed significant positive correlations between Metavir fibrosis stage and insulin resistance (r=0.297; p=0.007). Logistic regression analysis showed that significant predictors of insulin resistance were high alanine transaminase levels (odds ratio, 0.97; 95% confidence interval, 0.944-0.997) and liver fibrosis stage (odds ratio, 0.114; 95% confidence interval, 0.0210.607).Conclusion: Our findings revealed significant associations between insulin resistance and hepatic fibrosis Daha fazlası Daha az

A heterogeneous liver lesion in a 48-year-old woman

Küsbeci, Mahmut | Buldur, Serhat | Mutlu, Eren | Uğuz, Alper | Güneyli, Serkan | Bozkaya, Halil | Çınar, Celal

Other | 2017 | Turkish Journal of Gastroenterology28 ( 2 ) , pp.135 - 136

Postoperative complications after abdominal surgery in patients with chronic obstructive pulmonary disease

Atalay, Figen | Uygur, Fırat | Cömert, Mustafa | Özkoçak, Işıl

Article | 2011 | Turkish Journal of Gastroenterology22 ( 5 ) , pp.523 - 528

Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı torasik veya torasik olmayan cerrahide postoperatif pulmoner ve kardiyak komplikasyonların gelişimi için iyi bilinen bağımsız risk faktörüdür. Biz kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlarda batın ameliyatı sonrası gelişen komplikasyonları ve bu komplikasyonlara neden olan koşulları araştırmayı amaçladık. Yöntem: Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde batın cerrahisi uygulanan 89 olgunun kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan 32’si çalışmaya alındı. Bulgular: Kronik obstrüktif akciğer hastalıklı olgularda pulmoner ve kardiak komplikasyon oranı yüksekti. Abdominal cer . . .rahi uygulanan kronik obstrüktif akciğer hastalıklı olgularda postoperatif pulmoner komplikasyon ve kardiyak komplikasyon sırasıyla %21.8 ve %28.1 olarak bulundu. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı’nda hastalığın şiddeti ile komplikasyon gelişimi açısından farklılık saptanmadı. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı olgularında sigara içimi ve yaş postoperatif komplikasyonu etkilemez iken, bronkodilatatör kullanımı postoperatif kardiyak komplikasyonu artırdı. Açık cerrahi girişim ile karşılaştırıldığında laparoskopik cerrahinin postoperatif pulmoner komplikasyonu azalttığı saptandı. Cerrahi süresi ve insizyon tipi ile komplikasyonlar arsında ilişki bulunmadı. Sonuç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan olgularda pulmoner ve kardiak komplikasyon oranı yüksek bulundu. Diyafragmaya yakın üst batın cerrahisinin komplikasyon oranını yükseltmesi ve laparoskopik cerrahinin açık cerrahi ile karşılaştırıldığında postoperatif pulmoner komplikasyonu azaltması nedeniyle kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan olgularda laparoskopi tercih edilmesi gereken bir yöntemdir. Bizim ön sonuçlarımıza dayanarak, kontrollü çalışmaların olmaması nedeniyle, kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan olgularda kardiyak komorbid durumlar varlığında bronkodilatörlerin dikkatli kullanılmasını önermekteyiz. Background/aims: Chronic obstructive pulmonary disease is a well-known independent risk factor for the development of postoperative pulmonary and cardiac complications after thoracic or nonthoracic surgery. We aimed to determine the risk factors and complications of abdominal surgery in chronic obstructive pulmonary disease patients. Material and Methods: Thirty-two patients diagnosed with chronic obstructive pulmonary disease out of 89 patients who underwent abdominal surgery at Zonguldak Karaelmas University Medical School Hospital enrolled in the study. Results: Pulmonary and cardiac complication ratios were found high in chronic obstructive pulmonary disease patients. Postoperative pulmonary and cardiac complications were documented in 21.8% and 28.1% of chronic obstructive pulmonary disease patients respectively. There were no differences in terms of complications, according to the severity of the disease in chronic obstructive pulmonary disease patients. While smoking and age did not effect the postoperative complications in chronic obstructive pulmonary disease patients, bronchodilator use increased postoperative cardiac risks. We found that laparoscopic surgery reduced the risk for postoperative pulmonary complications compared with open surgical procedures. No differences were found in terms of complication regarding to the type of incision and the duration of surgery. Conclusion: The patients with chronic obstructive pulmonary disease had high ratio of the pulmonary and cardiac complications. The complication rate was higher for surgical sites closer to the diaphragm such as the upper abdomen. Laparoscopy will reduce the risk for postoperative pulmonary complications compared with open surgical procedures. Based on our preliminary data and considering the lack of controlled trials, bronchodilators should be used with great caution particularly in the individuals with chronic obstructive pulmonary disease and cardiac comorbidit Daha fazlası Daha az

Nuclear morphometric analysis in gastrointestinal stromal tumors:A preliminary study

Özdamar, Şükrü Oğuz | Bektaş, Sibel | Özdamar, Sevim Erdem | Gedikoğlu, Gökhan | Gün, Banu Doğan | Bahadır, Burak

Other | 2007 | Turkish Journal of Gastroenterology18 ( 2 ) , pp.71 - 76

Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler, mezenkimal neoplazmlar içinde yer alan özel bir tümör grubudur. Bu çalışmada, gastrointestinal stromal tümörlerin histomorfolojik ve immünhistokimyasal özellikleri, nükleer morfometrik analiz sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Yöntem: Dokuzu benign ve 13’ü malign davranış gösteren 22 gastrointestinal stromal tümörün hematoksilen- eosin boyalı kesitlerinde, bilgisayar destekli görüntü analiz programı kullanılarak, ortalama nükleer alan, ortalama nükleer yuvarlaklık faktörü, ortalama nükleer elipslik indeksi, ortalama nükleer uzunluk ve ortalama nükleer perimetre ölçülmüştür. Morfometrik analiz . . . sonuçları, tümörlerin davranış, boyut, mitoz sayısı, nekroz varlığı, immünhistokimyasal olarak p53 ve proliferating cell nükleer antijen ekspresyonları ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: Tümör nekrozu ile ortalama nükleer yuvarlaklık faktörü, ortalama nükleer elipslik indeksi, ortalama nükleer uzunluk ve ortalama nükleer perimetre arasında arasında anlamlı ilişki saptanmıştır ( Daha fazlası Daha az


6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.


Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.