Numanoğlu-Yurdakan, Gamze | Çolak, Sacide | Hoşnuter, Mubin | Gün, Banu D. | Bostan, Süheyla | Özdamar, Oğuz
Article | 2008 | Gazi Medical Journal19 ( 2 ) , pp.80 - 81
İdiopatik skrotal kalsinozis, skrotum derisinde çok sayıda sert nodüllerin varlığıyla karakterizedir. Nodüler kalsifikasyonlar tipik olarak yaşamın 2. dekatında görülür. Bu lezyonlar asemptomatik, yuvarlak sert papüller durumundadır. Olgu 53 yaşında skrotumda ağrısız, sert nodüller ile başvurdu. Lezyonların 23 yaşında iken görülmeye başladığı ve bazılarının zamanla ilerleyerek polipoid forma dönüştüğü öğrenildi. Hastanın öyküsünde travma veya cerrahi tedavi yoktu. Serum kalsiyum, fosfor, kalsitonin ve paratiroid hormon seviyeleri normal sınırlardaydı. Kistlerin histopatolojik incelemesinde epitelle döşeli olmayan keratin içeriklerin . . .in distrofik kalsifikasyonu görüldü. Bilgilerimize göre bu olgu literatürde bildirilen polipoid görünümlü ikinci skrotal kalsinozis olgusudur. Idiopathic scrotal calcinosis is characterized by the presence of multiple firm nodules of scrotal skin. The nodular calcifications are typically found in the second decade of life. The lesions are seen as asymptomatic, round, firm papules. A 53-year-old man was admitted with painless, firm nodules within the scrotum. The lesions had begun to appear at the age of 23 years and some of them had become polypoid progressively over time. There was no trauma or previous surgical treatment. The serum levels of calcium, phosphorus, calcitonin, and parathyroid hormone were within normal limits. The polypoid masses were surgically excised. Histological examination of the cysts revealed dystrophic calcification of their keratin contents but no epithelial lining. To the best of our knowledge, this is the second case of scrotal calcinosis with polypoid appearance in the literature Daha fazlası Daha az
Erdem, C. Zuhal | Erdem, L. Oktay | Akduman, Deniz | Gündoğdu, Sadi
Article | 2004 | Gazi Medical Journal15 ( 1 ) , pp.31 - 32
Hidatik kist hastalığında beyin tutulumu yaygın değildir ve sıklıkla çocuklarda gözlenir. Bilgisayarlı tomografi (BT) incelemede perifokal ödemin eşlik etmesi beklenen bir bulgu değildir ve mevcut olması kistin infekte olduğunu gösterir. Biz bu yazımızda, beyin BT incelemede çevresel ödem gösteren ancak infekte olmayan hidatik kist olgumuzu sunduk. Brain involvement in hydatid disease is uncommon and usually seen in children. On computed tomography (CT) scans perifocal edema is not usually present and, when noted, usually reflects an infected cyst. We report an unusual case of an uninfected hydatid cystic lesion with surrounding ede . . .ma on brain CT Daha fazlası Daha az
Çamurdan, Mahmut Orhun | Bideci, Aysun | Demirel, Fatma | Cinaz, Peyami
Article | 2008 | Gazi Medical Journal19 ( 1 ) , pp.10 - 14
Amaç: Çocuklarda kullanımı giderek yaygınlaşmasına rağmen, diyabetli Türk çocuklarında insülin pompası uygulanımma dair yayınlanmış veri yoktur. Bu çalışmanın amacı diyabetli Türk çocuklarında insülin pompası uygulanmanın sonuçlarım araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Yaş ortalaması 14.7±2.6 yıl, pompa kullanım süresi 3-24 ay olan on diyabetik çocuğun verileri incelenmiş, ve pompa kullanımı öncesi bir senelik sürede elde edilen verilerle karşılaştırılmıştır. Bulgular: İstatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte, HbAlc düzeyi pompa öncesi döneme kıyasla azalma eğiliminde idi. Vücut kitle indeksi Z skorları benzerdi (Pompa öncesi v . . .e sonrası sırasıyla; 0.45±0.76 ve 0.54±0.53 kg/m2, p>0.05). Ortalama insülin dozu azalmıştı (Pompa öncesi ve sonrası sırasıyla; l.l±0.2 ve 0.9±0.1 U/kg/gün, Daha fazlası Daha az
Büyükateş, Mustafa | Turan, S. Akın | Kurt, Tolga | Altunkaya, S. Aykut
Article | 2006 | Gazi Medical Journal17 ( 2 ) , pp.114 - 115
İntramüsküler hemanjiomanlar tüm hemanjiyomaların %0.8 ini oluşturan benin tümörlerdir. Intramüsküler hemenjioma genç erişkinlerde göreceli olarak nadir görülür.Vakalar kadınlarda daha çok görülür. İntramüsküler hemanjiomaların %90 ından fazlası yanlış tanı alırlar.Ortopedik yakınmaları sonrasında istramüsküler hemenjioma tanısı alan bir olguyu bildiriyoruz. Intramuscular hemangiomas are rare benign tunors, making up 0.8%. of all hemangiomas. Iniramuscular hemangioma is a relatively rare occurrence in young adults. the majority of cases involve females. Over 90% of al intramuscular hemangiomas are misdiagnosed. We report an intramus . . .cular hemangioma diagnosed after orthopedic complaints Daha fazlası Daha az
Koyuncu, Bilal | Songür, Murat | Keser, Selçuk | Şahin, Ercan | Sarıkaya, Selda | Bayar, Ahmet | Kaymakçı, Onur
Article | 2016 | Gazi Medical Journal27 ( 1 ) , pp.5 - 7
Amaç: Kalça çevresi kırıklarda tespit veya kalça replasmanı kararı vermek bazen kolay olmayabilir. Tespit sonrası implant yetmezliği ihtimalini azaltmak adına femur başında tespit materyallerinin yerleştirildiği bölgelerin kemik mineral yoğunluğunun bilinmesi faydalı olabilir. Bu çalışmada rutin DEXA ölçümü ile ölçülemeyen femur başı primer kompresif trabekül bölgesinin kemik yoğunluğunu belirlemeyi ve proksimal femurun diğer bölgeleri ile olan ilişkisini belirlemeyi amaçladık. Yöntemler: Kalça kırığı nedeniyle hemiartroplasti uygulanan 29 hastadan çıkarılan femur başlarının kemik mineral yoğunlukları DEXA yöntemi ile değerlendirild . . .i. Elde edilen ölçümler hastanın sağlam olan diğer kalça DEXA değerleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Ortalama femur başı primer kompresif trabekül bölgesine ait kemik mineral yoğunluğu (PK-KMY) 0.610 ± 11 (g/cm²) olarak belirlendi. Beklendiği üzere elde edilen KMD değerleri proksimal femurda rutin DEXA ölçümü ile değerlendirilen diğer bölgeler (boyun, Ward's ve toplam proksimal femur) ile uyum gözlenirken, en güçlü ilişki boyun bölgesi KMY yoğunlukları ile gözlendi. Kemik mineral yoğunluklarında cinsiyet açısından herhangi bir fark gözlenmedi. Sonuç: Beklendiği üzere primer kompresif trabekül bölgesi kemik mineral yoğunluğu ile en kuvvetlisi boyun ile olmak üzere, Ward's ve toplam proksimal femur kemik mineral yoğunluğu arasında olumlu ilişki gözlendi. Ameliyat öncesi özellikle boyun bölgesi olmak üzere, sağlam kalçanın kemik mineral yoğunluğunun ölçülmesi tespit yapılması planlanan hastalarda erken mekanik yetmezliğin önlenmesi adına faydalı olabilir. Objective: It is usually challenging to decide which hip fractures should be fixed and which should be replaced to avoid fixation failure and revision. Therefore, it may be of benefit to evaluate the bone mineral density of the fixation point of the femoral head preoperatively. In this study we tried to investigate the relationship between the bone mineral density (BMD) of the fixation point of femoral head, which is the primary compressive trabeculation area, and other parts of the proximal femur evaluated routinely during Dual-Energy X-ray absorptiometry (DXA) measurements. Methods: Retrieved femoral heads of 29 patients during hemiarthroplasty for hip fracture were evaluated using DXA. These results were correlated with the DXA measurements of proximal femora of uninvolved hips of patients. Results: Mean BMD values of retrieved femoral head primary compressive trabecular region (PC-BMD) values were 0.610 ± 11 (g/cm²). Although there were significant positive correlation of PC-BMD with neck, Ward's and total proximal femoral region as expected, highest correlation coefficient was calculated at femoral neck region. These results did not differ when patients were regrouped according to uninvolved side BMD values as osteoporotic and osteopenic. There were no difference in both sexes in this relationship between values of PC-BMD, neck BMD, Ward's BMD and total BMD. Conclusion: As expected, a positive relationship was found between PC-BMD values and neck BMD, ward's BMD and total BMD values with neck BMD revealing the highest correlation. Preoperative bone mineral densitometric evaluation of the uninvolved hip, especially the neck region seems to be helpful to evaluate the densitometric status of femoral head to predict early failure when fixation was attempted Daha fazlası Daha az
Kandemir, Özer | Büyükateş, Mustafa | Dursun, Ahmet | Aktunç, Erol | Turan, S. Akın | Doğan, Sait M. | Aydın, Mustafa
Other | 2009 | Gazi Medical Journal20 ( 3 ) , pp.124 - 127
Coşkun, Elif | Büyükateş, Mustafa
Article | 2016 | Gazi Medical Journal27 ( 2 ) , pp.48 - 50
Amaç: Kliniğimizde intrakardiyak kitle nedeni ile opere edilen hastalarla ilgili cerrahi deneyimimizi ve sonuçlarını sunmayı amaçladık. Yöntemler: Mayıs 2006-Mart 2015 tarihleri arasında 6 hasta intrakardiyak kitle tanısı ile opere edildi. Hastaların 5'i kadın,1'i erkek ve yaş ortalaması 54 idi. Hastanemize bir hasta pulmoner tromboemboli (PTE)'ye bağlı dispne ve taşikardi, bir hasta senkop, diğer hastalar ise halsizlik ve nefes darlığı gibi konstitisyonel semptomlarla başvurdular. Kesin tanı hastaların birinde ekokardiyografi, diğerlerinde transtorasik ekokardiyografi (TTE) ve/veya transözefagial ekokardiyografi (TEE) ile kondu. Ta . . .nı konduktan sonra operasyon zamanına kadar geçen süre hastalarda ortalama 2,5 gün 'dü. Cinsiyet ayırt etmeksizin 45 yaş üstü olan dört hastamıza koroner anjiyografi yapıldı. Operasyonlar kardiyopulmoner by-pass ile standart aorta bikaval kanülasyon, antegrad soğuk kan kardiyoplejisi ve orta dereceli hipotermi altında uygulandı. Miksoma öntanısı olan hastalardaki tüm defektler primer kapatıldı. Bir hastada sağ atriyal kitle (trombüs) nedeni ile opere edildi. Hiçbir hastada intraoperatif komplikasyon gelişmedi. Hastalar ortalama olarak 9,6 günde taburcu edildi. Bulgular: Histopatolojik tanı bir hastada antipsikotik ilaç kullanımına bağlı hiperkoagulabiliteye sekonder oluşan trombüs, diğer hastalarda miksoma olarak tespit edildi. Yerleşim yerleri ise tüm miksomalarda sol atriyumda, trombüs formasyonu ise sağ atriyumda ve vena cava inferiora uzanmaktaydı. İntrakardiyak kitle ile ilgili aile öyküsü hiçbir hastada yoktu. Kitlelerin çıkartılması ile hastalarda açık bir klinik düzelme sağlandı. Erken ve geç dönem mortalite izlenmedi. Hastaların erken ve geç dönem takibinde, 1 ay ile 106 ay arasında ortalama 17,6 ay sürede nüx gözlenmedi. Sonuç: Miksomalar başta olmak üzere intrakardiyak kitleler emboli, senkop, çarpıntı, nefes darlığı yakınmalarına neden olabildiklerinden diğer intrakardiyak patolojilerden ayırıcı tanıda akılda tutulmalı, tanı konar konmaz erken dönemde operasyon yapılmalı ve tümör dokusu total olarak geniş rezeksiyon yapılarak çıkarılmalıdır. Objective: We aimed to report our surgical experience and outcomes in patients operated for intracardiac mass in our clinic. Materials and Methods: Six patients were operated for an intracardiac mass between May 2006 and March 2015. Five patients were female and 1 was male; the mean age of the study population was 54 years. One patient presented with dyspnea and tachycardia secondary to pulmonary thromboembolism (PTE) and one patient with syncope, while the other patients presented with constitutional symptoms such as fatigue and dyspnea. Definitive diagnosis was made by a combination of thoracoabdominal tomography (CT) and echocardiography in one patient, and transthoracic echocardiography (TTE) and/or transesophageal echocardiography (TEE) in the remaining patients. The time from the diagnosis to the operation of masses was 2.5 days (1-4 days) on average. Four patients aged over 45 years underwent coronary angiography, irrespective of gender. The operations were performed via cardiopulmonary bypass, under standard aorta bicaval cannulation, antegrade cold blood cardioplegia, and moderate hypothermia. All defects in the patients with the initial diagnosis of cardiac myxoma were primarily closed. One patient was operated for a right atrial mass (thrombus). None of the patients suffered an intraoperative complication. The patients were discharged after an average of 9.6 days. Results: Histopathological diagnosis was a thrombus secondary to hypercoagulopathy related to antipsychotic drug use in one patient, and myxoma in the other patients. All myxomas were located in the left atrium while thrombi were in the right atrium, extending to the inferior vena cava. None of the patients had a family history for intracardiac mass. All patients enjoyed a clear clinical benefit upon mass removal. No early or late-term mortality was observed. There were no recurrences between 1 to 106 months (17.6 months on average) during early or late follow-up. Conclusion: Intracardiac masses, with myxomas being in the first place, may cause embolism, syncope, palpitations, and dyspnea; they should thus be remembered in the differential diagnosis of other intracardiac pathologies and operated at an early stage as soon as they are diagnosed; the tumor mass should be totally excised with a wide resection Daha fazlası Daha az
Demirtaş, Canan | Ofluoğlu, Ebru | Hussein, Ahmed | Paşaoğlu, Hatice
Article | 2012 | Gazi Medical Journal23 ( 1 ) , pp.13 - 18
Amaç: Kafein (1, 3, 7 trimetilksantin) bir pürin alkoloit olarak birçok yiyecek ve içeceklerin içeriğinde bulunur. Kahve, çay, çikolata, kola ve bazı gazlı içecekler kafein ihtiva eder. Biz çalışmamızın temel hedefi olarak, kısa süreli oral kafein alımının rat karaciğerinde olası antioksidan etkilerini iki farklı dozda araştırmaya çalıştık. Yöntemler: Kafein verilen ratların karaciğer dokularında lipit peroksidasyon ürünü olan MDA düzeylerini ölçtük. Bunun yanında kafeinin antioksidan özelliğini incelemek için, enzimatik ve non enzimatik antioksidan sistem üzerinde araştırmalar yaptık. Karaciğer dokularında SOD, katalaz, GPx, GST ak . . .tivitelerini ve GSH düzeylerini ölçtük. Çalışmamızda 30 adet (ortalama 250 gr ağırlığında) Wistar cinsi erkek rat kullanıldı. Ratlar üç eşit gruba ayrıldı. Grup 1: Kontrol grubuydu. Grup 2’ye 30 mg/kg, Grup 3’e 100 mg/kg (nontoksik yüksek doz) kafein 14 gün boyunca (kısa süreli) oral yol ile verildi. Bulgular: Çalışmamızın sonuçları, 14 gün düşük doz (30 mg/kg) ve toksik olmayan yüksek doz (100 mg/kg) kafein uygulamasının, karaciğerde lipit peroksidasyonununu azalttığını göstermektedir. Kafein alımıyla rat karaciğer dokusunda SOD, katalaz, GPx ve GST gibi antioksidan enzim aktivitelerinde ise istatistiksel olarak anlamlı artış saptanmıştır. Karaciğer dokusu glutatyon düzeyleri karşılaştırıldığında kontrol grubuna göre kafeinli gruplarda hafif artış tespit edilmiş, ancak gruplararasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Spearman korelasyon analizi sonuçlarına göre doku MDA düzeyi azalırken, GPx, GST, SOD aktivitesi artmış ve güçlü negatif korelasyon görülmüştür. Doku GST aktivitesi ile doku katalaz aktivitesi arasında güçlü pozitif korelasyon bulunmuştur. Sonuç: Kafeinin bu dozlarda; lipit peroksidasyonunu azaltması, antioksidan enzim aktivitelerini artırması ile oksidatif stresi iyileştirmesi, yapılan araştırmaların da ışığında antioksidan olabileceği görüşünü desteklemektedir. Kafeinin antioksidan olarak uygun dozunun belirlenmesinde, etki mekanizmalarının açığa kavuşturulmasında ileri hayvan ve insan çalışmalarının gerekli olduğunu düşünmekteyiz. (Gazi Med J 2012; 23: 13-8) Objective: Caffeine (1, 3, 7-trimethylxanthine) is a purine alkaloid which exists in a variety of foods and drinks. Today, caffeine is a regularly consumed substance, found in coffee, tea, chocolate and cola. The main aim of our study was to compare the potential antioxidant effects of oral caffeine intake in rat the liver at two different doses over a short period of time. Methods: We measured malondialdehyde (MDA) levels, which is a product of lipid peroxidation, in rat livers following caffeine administration. In addition, we evaluated superoxide dismutase (SOD), catalase, glutathione peroxidase (GPx) and glutathione S transferase (GST) activities as well as glutathione (GSH) levels in the liver. Thirty male Wister rats were used. Rats were equally divided into three groups. Group 1 was the control group, Group 2 received 30 mg/kg of caffeine and Group 3 received 100 mg/kg caffeine (non-toxic high dose) orally for 14 days (a short time period). Results: Our results showed that the 30mg/kg and 100 mg/kg caffeine doses decreased lipid peroxidation in liver. Antioxidant enzyme activities in the rat liver, like SOD, catalase, GPx and GST, showed a statistically significant increase with caffeine intake. Liver glutathione levels, in comparison to the control group, showed a slight increase, but this was not statistically significant. Results from the Spearman analysis showed a strong negative correlation between MDA levels and GPx, GST and SOD activities. Tissue GST activity and tissue catalase activity showed a strong positive correlation. Conclusion: Decreased lipid peroxidation and increased antioxidant enzyme activities demonstrate improved control of oxidative stress, suggesting that these doses of caffeine may have antioxidant activity. (Gazi Med J 2012; 23: 13-8 Daha fazlası Daha az
Coskun, Zafer Kutay | Atalar, Kerem | Kastamoni, Yadigar | Gurbuz, Neslihan | Turgut, Hasan Basri
Article | 2016 | Gazi Medical Journal27 ( 4 ) , pp.207 - 209
A. axillaris dallarının çıkış yerindeki varyasyonlar en yaygın varyasyonlardan biridir. Ancak a. circumflexa humeri'den a. profunda brachii'nin çıkması pek ender bir durumdur. Sık sakatlanan bir bölge olduğu için ve pek çok cerrahi ve invazif prosedürler ile ilgili olduğu için koldaki arterial varyasyonlar klinisyen için önemlidir. Tıp öğrencileri için gerçekleştirilen rutin bir diseksiyon sırasında a. profunda brachii'nin varyasyonu 62 yaşındaki erkek bir kadavranın sağ üst ekstremitesinde gözlemlenmiştir. Bu çalışmada, a. profunda brachii a. circumflexa humeri posterior'dan çıkmıştır ve sulcus radialis'teki n. radialis a. profunda . . . brachii'ye eşlik etmemiştir. A. axillaris varyasyonlarının detayları ile ilgili farkındalık vasküler cerrahlar için faydalı bir rehber görevi görebilir. Axilla bölgesindeki cerrahi işlemler sırasındaki komplikasyonları önlemede katkı sağlayabilir. Variations in the origin of axillary artery branches are one of the most common variations. However, derivation of profunda brachii artery from circumflex humeral artery is a rare occurrence. Since it is a frequent site of injury and it is involved in many surgical and invasive procedures, the arterial variations in the arm is important for a clinician. During routine dissection, for students of medical school, a variation of profunda brachii artery was observed in right upper extremity of 62 year old male cadaver. In the present study, profunda brachii artery arose from posterior circumflex humeral artery and radial nerve in radial sulcus did not accompany profunda brachii artery. Awareness of details of variations of the axillary artery may function as a beneficial guide for vascular surgeons. It may contribute to preventing complications during the surgery of the axilla region Daha fazlası Daha az
Uzun, Lokman | Uğur, Mehmet Birol | Çınar, Fikret
Article | 2004 | Gazi Medical Journal15 ( 3 ) , pp.111 - 114
Konjenital kolesteatom sağlam kulak zarı arkasında beyaz kitle ile karakterize nadir, görülen bir kulak hastalığıdır. Orta kulakta yer alan epidermoid kalıntılardan kaynaklandıkları düşünülmektedir. Bu yazıda konfenital kolesteatomlu bir vaka sunularak hastalığın prezentasyonu, lokalizasyonu ve tedavisi tartışılmıştır. Congenital cholesteatoma is a rare entity characterized by a white mass behind an intact tympanic membrane. It arises from ectopic epidermoid remnants in the middle ear. In this article, a case of congenital cholesteatoma is discussed with regard to the presentation, localization and treatment of the disease. . . . Daha fazlası Daha az
Büyükateş, Mustafa | Turan, S. Akın | Altunkaya, S. Aykut
Article | 2005 | Gazi Medical Journal16 ( 2 ) , pp.92 - 94
35 yaşında erkek hasta kesici alet yaralanmasından 50 gün sonra sol antekübital fossada pulsatil kitle, baş ve işaret parmaklarında fleksiyon kısıtlılığı ile başvurdu. Kardiyovasküler muayenede brakiyal, ulnar ve ra-diyal arterlerde nabız zayıflığı saptandı. Nörolojik muayene parmaklarda fleksiyon kısıtlılığına ek olarak ön kolda ekstansiyon kısıtlılığı içeriyordu. Operasyonda brakiyal arter psodoanevrizması tanısı doğrulandı ve kısa bir brakiyal arter segmenti psödoanevrizma ile birlikte çıkartıldı ve safen ven grefti ile onarıldı. Bu şartlar altında mediyan sinir değerlendirmesi be¬yin cerrahisi uzmanlarınca yapıldı. Bir ay sonra . . .hasta tam olarak düzeldi ve normal iş yaşantısına döndü. A 35-year-old male patient was seen with pulsatile swelling in the left antecubital fossa and a flexion defect in the thumb and adjacent finger 50 days after suffering a stab wound. A cardiovascular examination revealed weak pulsation in the brachial, radial and ulnar arteries. The neurologi¬cal findings included an extension defect of the forearm in addition to the flexion defect in the fingers. During surgery, a false aneurysm of the brachial artery was confirmed and a short segment of the brachial artery was excised with the aneurysm and replaced with a saphenous nurosurgery experts. One month later, the patient had fully recovered and had returned to his normal occupation Daha fazlası Daha az
Kale, Aydemir
Article | 2018 | Gazi Medical Journal29 ( 1 ) , pp.41 - 43
Objective: Carpal tunnel syndrome (CTS) is the most common peripheral trap neuropathy resulting from compression of the median nerve in the carpal tunnel of the wrist. Open release of the transverse carpal ligament is now the most commonly used method. New techniques are being developed to avoid complications of standard long curvilinear incision. Methods: Between March 2010 and January 2016, carpal tunnel release was performed by the same surgeon with 110 minimally invasive techniques in 96 patients due to CTS. Complaints and physical examination findings were compatible with CTS and mid- to severe-severity CTS cases supported by E . . .MG were included in the study. Results: Complaints and examination findings were recorded at the post- operative 1 st year outpatient clinics of the patients. Of the110 carpal tunnel release, in 50 patients (%45,5) total, in 45 patients (%40.9) significant, in 13 patients (%11,8) slight improvement were recorded, while no improvement was recorded in 2 patients (%1,8). They stated that 88% of the patients were satisfied with the operation and 12% were not satisfied. Visual Analog Scale (VAS) was used to evaluate pain complaints. The mean VAS score was 7,5 pre- operatively and 3,2 at post-operatively 1 year follow-up. Conclusion: In patients with CTS, median nerve decompression with minimal wrist incision is an effective and reliable surgical procedure. Amaç: Karpal tünel sendromu (KTS), median sinirin el bileğindeki karpal tünelde sıkışması sonucu ortaya çıkan en sık periferik tuzak nöropatidir. Transvers karpal ligamanın açık serbestleştirilmesi günümüzde en yaygın kullanılan yöntemdir. Standart uzun kurvilinear insizyonun komplikasyonlarından sakınmak için yeni teknikler geliştirilmektedir. Yöntem: Mart 2010- Ocak 2016 yılları arasında KTS nedeniyle 96 hastaya 110 minimal invazif teknik ile aynı cerrah tarafından karpal tünel serbestleştirilmesi yapıldı. Şikayet ve fizik muayene bulguları KTS ile uyumlu olup EMG ile ön tanısı desteklenmiş orta ve ağır derece KTS olguları çalışmaya alındı. Bulgular: Hastaların post-operatif 1. yıl poliklinik kontrollerindeki şikayet ve muayene bulguları kaydedildi. 110 karpal tünel serbestleştirilmesi sonrası 1. yılda, 50’sinde (%45,5) tam, 45’ inde (%40.9) belirgin, 13’ ünde (%11,8) hafif düzelme kaydedilirken 2 (%1,8) hastada düzelme olmadı. Hastaların %88’ i olduklarını ameliyattan memnun olduklarını, %12’ si memnun olmadıklarını belirtti. Hastaların ağrı değerlendirmeleri için Görsel Analog Ağrı Skalası kullanıldı. Bu değer ameliyat öncesi 7,5 iken ameliyat sonrası 1. yılda 3,2 olarak kaydedildi. Sonuç: KTS hastalarında, minimal el bileği insizyonu ile median sinirin dekompresyonu, etkin ve güvenilir bir cerrahi prosedürdür Daha fazlası Daha az