Sarıkaya, Selda | Özdolap, Şenay | Maraşlı, Erdem
Article | 2012 | Archives of Rheumatology27 ( 4 ) , pp.241 - 247
Amaç: Bu çalışmada ailesel Akdeniz ateşi (AAA) tanısı olan ve artrit/spondilit bulgusu ile takip edilen hastaların klinik özellikleri incelendi. Hastalar ve yöntemler: Kasım 2000 - Mart 2012 tarihleri arasında artrit veya inflamatuvar omurga ağrısı yakınması ile başvuran ve AAA tanısı konmuş 29 hastanın (12 erkek, 17 kadın; ort. yaş 26.1±11.2 yıl; dağılım 16-51 yıl) verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş ve cinsiyetleri kaydedildi. Artrit/spondilit başlangıç yaşı, AAA tanı yaşı, ailede AAA öyküsü ve geçirilmiş cerrahi girişim öyküsü varlığının yanı sıra, periferik artriti bulunan hastaların tutulan eklem sayısı ve ye . . .ri de kaydedildi. Sakroiliit ve spondiliti bulunan hastalarda periferik artrit varlığı incelendi ve tedavide kullanılan ilaçlar kaydedildi. İnsan lökosit antijen (HLA)-B27 ve Akdeniz ateşi (MEFV) geni analizi yapılmış hastaların sonuçları kaydedildi. Bulgular: Artrit/spondilit başlangıç yaşı ortalama 20.4±9.1 yıl idi. Hastaların 24'ünde artrit (15'inde monoartrit, 9'unda oligoartrit) mevcuttu ve en sık etkilenen periferik eklem, ayak bileği idi (n=13). Beş hastada artritle birlikte spondilit, diğer beş hastada sadece spondilit mevcuttu. Dört hastada total kalça replasmanı, bir hastada diz debridmanı ve bir hastada apendektomi öyküsü vardı. Akdeniz ateşi geni analizi yapılan 27 hastanın 10'unda M694V homozigot mutasyonu (%37) saptandı ve total kalça replasmanı cerrahisi geçiren hastaların tümünde aynı mutasyon vardı. HLA-B27 gen incelemesi yapılan 21 hastanın ikisinde HLAB27 pozitif idi. Sonuç: Ailesel Akdeniz ateşi genç hastalarda inflamatuvar artrit ve spondilit ayırıcı tanısında mutlaka yer almalıdır. Klasik artrit atakları en sık görülen klinik tablo olsa da kronik eroziv eklem tutulumu ve spondilitin de bu hastalığın bir klinik görünümü olduğu akılda tutulmalıdır. Kolşisin tedavisi atakların ve amiloidozun önlenmesinde etkili olmakla birlikte, kronik eroziv artritlerde olduğu gibi romatolojik hastalıkların ağır formlarında kullanılan hastalık modifiye edici antiromatizmal ilaçlar (DMARD) ve biyolojik ilaçlar da etkin tedavi seçenekleri olarak görülmektedir. Objectives: This study aims to evaluate the clinical features of patients who are diagnosed with familial Mediterranean fever (FMF) and followed due to arthritis/spondylitis findings. Patients and methods: The data of 29 patients (12 males, 17 females; mean age 26.1±11.2 years; range 16 to 51 years) who presented with arthritis and/or inflammatory spinal pain and were diagnosed with FMF between November 2000 and March 2012 were retrospectively analyzed. The age and gender of the patients were recorded. The age of onset of arthritis/spondylitis, age at FMF diagnosis, family history of FMF, and previous surgical history as well as the number of affected joints and their localization were also recorded. The presence of peripheral arthritis in patients with sacroiliitis and spondylitis was also investigated, and the drugs used for treatment were recorded. The results were documented in patients who underwent human leukocyte antigen (HLA)-B27 and Mediterranean fever (MEFV) gene analysis. Results: The mean age of onset of arthritis/spondylitis was 20.4±9.1 years. Arthritis was observed in 24 of the patients (monoathritis in 15 patients, oligoarthritis in 9 patients), and the most affected peripheral joint was the ankle (n=13). Five patients had both arthritis and spondylitis while five others had only spondylitis. Four patients had a history of total hip replacement, one with knee debridement, and one with an appendectomy. The Mediterranean fever gene analysis was performed on 27 patients, and 10 of them (37%) had a M694V homozygous mutation, and those who had undergone total hip replacement had the same mutation. The HLA-B27 gene analysis was performed on 21 patients, and two of them tested positive. Conclusion: Familial Mediterranean fever should be included in the differential diagnosis of inflammatory arthritis and spondylitis in young patients. Classical arthritis attacks are the most common clinical presentation; however, chronic erosive joint involvement and spondylitis should be also recognized as clinical features of the disease. Although colchicine therapy is effective in preventing attacks and amyloidosis, both disease-modifying antirheumatic drugs (DMARDs) and biological drugs appear to be effective in treating severe forms of rheumatological disorders and chronic erosive arthritis. Top Abstract Introduction Methods Results Disscussion Reference Daha fazlası Daha az
Ortancıl, Özgür | Sanlı, Aslan | Sapmaz, Perihan Bulmuş | Sarıkaya, Selda
Article | 2011 | Archives of Rheumatology26 ( 2 ) , pp.158 - 162
Ankilozan spondilit (AS) ailesel Akdeniz ateşi (AAA)’ne eşlik edebilir. Bu yazıda eşlik eden AS'si olan ve tümör nekroz faktör alfa (TNF-?) inhibitörü (adalimumab) tedavisiyle başarılı şekilde tedavi edilen 48 yaşında bir erkek AAA olgusu sunuldu. Hastaya TNF-? inhibitörü başlanmadan önce kolşisin ve hastalık modifiye edici ilaç (sulfasalazin ve leflunomid) tedavileri uygulandı fakat bu tedavilerle AAA atakları yeterli derecede kontrol altına alınamadı. Kolşisin tedavisiyle birlikte adalimumab uygulandığında, bir yıllık takip esnasında AS hastalık aktivitesinde düzelme sağlandı ve AAA ataklarının sıklığı ve şiddeti azaldı. Gelenekse . . .l tedavilerin etkisiz kaldığı AAA hastalarında TNF-? inhibitörlerinin bir tedavi seçeneği olabileceği düşüncesindeyiz. Ankylosing spondylitis (AS) may accompany Familial Mediterranean fever (FMF). In this article, we present a 48-year-old male FMF case with accompanying AS who was successfully treated with a tumor necrosis factoralpha (TNF-α) inhibitor (adalimumab). Colchicine and other disease modifying antirheumatic drug (sulfasalazine and leflunomide) treatments had been given before the initiation of the TNF-α inhibitor, but FMF attacks could not be adequately controlled by these treatments. When adalimumab was coadministered with colchicine, the disease activity of AS was improved and the frequency and the severity of the FMF attacks were reduced during the one-year follow-up. We conclude that TNF-α blockers may be a therapeutic option when conventional treatment is ineffective in patients with FMF Daha fazlası Daha az
Sarıkaya, Selda
Article | 2006 | Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi52 ( 3 ) , pp.123 - 128
Akut cerrahi girişimler sonrasında ortaya çıkan atelektazi ve bronkopulmoner enfeksiyonlar gibi pulmoner komplikasyonlar önemli mortalite ve morbidite nedeni olmaktadır. Pulmoner komplikasyonların gelişimini engellemek ve önlenemeyen komplikasyonların tedavisi amacıyla çeşitli pulmoner fizyoterapi uygulamaları sıklıkla kullanılmaktadır. Sekresyon klirens teknikleri, akciğer ekspansiyon teknikleri ve genel mobilizasyon uygulamaları preoperatif ve postoperatif pulmoner fizyoterapinin bölümlerini oluşturmaktadır. Farklı tekniklerin etkinlikleri birbirine eşdeğer olarak bulunmuştur. Komplikasyon gelişimi yönünden yüksek risk taşıyan has . . .talarda preoperatif ve postoperatif pulmoner fizyoterapi uygulamalarının etkili olduğu yapılan araştırmalarda saptanmıştır. Bu nedenle operasyon öncesi hastaların değerlendirilmesi ve gerekli durumlarda yine preoperatif dönemde eğitim ve uygulamaya başlanması yararlı olacaktır. Literatürde bu alanda yapılmış, iyi planlanmış yeterli sayıda araştırma bulunmamaktadır ve araştırmalardan elde edilen veriler birbiriyle çelişmektedir. Bu nedenle, uygulanan tekniklerin etkinliğini değerlendirmek amacıyla randomize, kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır Pulmonary complications such as atelectasis and bronchopulmonary infections after surgery are important causes of mortality and morbidity. Chest physiotherapy techniques have been used to prevent and to treat postoperative pulmonary complications. Clearance of pulmonary secretions, chest expansion techniques and mobilization activities constitute preoperative and postoperative chest physiotherapy. The effectiveness of different therapy techniques were found similar in the majority of studies. Many studies have demonstrated the effectiveness of chest physiotherapy in high risk patients. Therefore, preoperative evaluation, information and training of these patients may be more beneficial to prevent postoperative pulmonary complications. Most studies in this area were of inadequate design and making it difficult to discuss the results with confidence. Randomized, controlled further studies should be taken to justify the effect of chest physiotherapy after surgery Daha fazlası Daha az
Özdolap, Şenay | Sarıkaya, Selda | Akdağ, Beyza
Article | 2004 | Romatizma Dergisi (. Turkish Journal of Rheumatology)19 ( 1 ) , pp.37 - 42
Bu çalışmada 37 ankilozan spondilitli hastada, hastalık aktivite ve süresi ile kemik mineral yoğunluğu (KMY) arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı. Lomber vertebra, kalça ve ön kol’un KMY’u ölçmek için dualenerji x-ray absorbsiyometri tekniği kullanıldı. Hastalar hastalık süresi ve aktivitesine göre 2 gruba ayrıldı. Ölçülen tüm bölgelerdeki KMY değerlerinde aktif ve inaktif gruplar arasında fark yoktu. Lomber vertebra KMY değerlerinin erken evre grupta anlamlı düşük olduğu saptandı. In this study we aimed to examine the relationship between disease activity/duration and bone mineral density (BMD) on 37 patients with ankylosin . . .g sponylitis. Patients were classified according to disease activity and duration. We have used dual-energy x-ray absorptiometry (DEXA) to measure bone mineral density of lumbar spine, hip and forearm. A comparison of BMD between patients with active and inactive disease did not reveal a significant difference on all of the regions measured. Concerning disease duration, lumbar spine BMD was significantly reduced in early disease subject Daha fazlası Daha az
Özdolap, Şenay | Sarıkaya, Selda | Koç, Ülkü | Başaran, Aynur
Article | 2006 | Romatizma Dergisi (. Turkish Journal of Rheumatology)21 ( 3 ) , pp.84 - 86
Amaç: Diz osteoartriti tedavisinde traksiyon tedavisinin etkinliğini araştırmak. Hastalar ve Yöntem: Diz osteoartriti tanısı almış 43 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların ayakta basarak ön-arka diz grafileri çekildi ve Kellgren- Lawrence sınıflaması yapıldı. Yirmi dört hasta traksiyon, hot pack, mikrodalga ve kuadriseps izometrik egzersizleri ile, 19 kontrol hastası hot pack, mikrodalga ve kuadriseps izometrik egzersizleri ile 15 seans tedavi edildi. Traksiyon tedavisi, hastalar masa üzerinde oturur pozisyonda, diz tam ekstansiyonda 20 dakika süre ile 15 kg ağırlık uygulanarak intermittant olarak yapıldı. Tüm hastaların tedavi ö . . .ncesi ve sonrası diz eklem hareket açıklığı goniometrik olarak ölçüldü. Diz ağrısı vizüel analog skala (VAS) (hareket ve istirahatte) ile, fonksiyonel durum Lequesne Fonksiyonel İndeksi ile değerlendirildi. Tüm değerlendirmeler tedavi başlangıcında ve tedavi bitiminde yapıldı. Bulgular: Traksiyon grubunda tedavi öncesi ve sonrası VAS (hareket sırasında) ( Daha fazlası Daha az
Koyuncu, Bilal | Songür, Murat | Keser, Selçuk | Şahin, Ercan | Sarıkaya, Selda | Bayar, Ahmet | Kaymakçı, Onur
Article | 2016 | Gazi Medical Journal27 ( 1 ) , pp.5 - 7
Amaç: Kalça çevresi kırıklarda tespit veya kalça replasmanı kararı vermek bazen kolay olmayabilir. Tespit sonrası implant yetmezliği ihtimalini azaltmak adına femur başında tespit materyallerinin yerleştirildiği bölgelerin kemik mineral yoğunluğunun bilinmesi faydalı olabilir. Bu çalışmada rutin DEXA ölçümü ile ölçülemeyen femur başı primer kompresif trabekül bölgesinin kemik yoğunluğunu belirlemeyi ve proksimal femurun diğer bölgeleri ile olan ilişkisini belirlemeyi amaçladık. Yöntemler: Kalça kırığı nedeniyle hemiartroplasti uygulanan 29 hastadan çıkarılan femur başlarının kemik mineral yoğunlukları DEXA yöntemi ile değerlendirild . . .i. Elde edilen ölçümler hastanın sağlam olan diğer kalça DEXA değerleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Ortalama femur başı primer kompresif trabekül bölgesine ait kemik mineral yoğunluğu (PK-KMY) 0.610 ± 11 (g/cm²) olarak belirlendi. Beklendiği üzere elde edilen KMD değerleri proksimal femurda rutin DEXA ölçümü ile değerlendirilen diğer bölgeler (boyun, Ward's ve toplam proksimal femur) ile uyum gözlenirken, en güçlü ilişki boyun bölgesi KMY yoğunlukları ile gözlendi. Kemik mineral yoğunluklarında cinsiyet açısından herhangi bir fark gözlenmedi. Sonuç: Beklendiği üzere primer kompresif trabekül bölgesi kemik mineral yoğunluğu ile en kuvvetlisi boyun ile olmak üzere, Ward's ve toplam proksimal femur kemik mineral yoğunluğu arasında olumlu ilişki gözlendi. Ameliyat öncesi özellikle boyun bölgesi olmak üzere, sağlam kalçanın kemik mineral yoğunluğunun ölçülmesi tespit yapılması planlanan hastalarda erken mekanik yetmezliğin önlenmesi adına faydalı olabilir. Objective: It is usually challenging to decide which hip fractures should be fixed and which should be replaced to avoid fixation failure and revision. Therefore, it may be of benefit to evaluate the bone mineral density of the fixation point of the femoral head preoperatively. In this study we tried to investigate the relationship between the bone mineral density (BMD) of the fixation point of femoral head, which is the primary compressive trabeculation area, and other parts of the proximal femur evaluated routinely during Dual-Energy X-ray absorptiometry (DXA) measurements. Methods: Retrieved femoral heads of 29 patients during hemiarthroplasty for hip fracture were evaluated using DXA. These results were correlated with the DXA measurements of proximal femora of uninvolved hips of patients. Results: Mean BMD values of retrieved femoral head primary compressive trabecular region (PC-BMD) values were 0.610 ± 11 (g/cm²). Although there were significant positive correlation of PC-BMD with neck, Ward's and total proximal femoral region as expected, highest correlation coefficient was calculated at femoral neck region. These results did not differ when patients were regrouped according to uninvolved side BMD values as osteoporotic and osteopenic. There were no difference in both sexes in this relationship between values of PC-BMD, neck BMD, Ward's BMD and total BMD. Conclusion: As expected, a positive relationship was found between PC-BMD values and neck BMD, ward's BMD and total BMD values with neck BMD revealing the highest correlation. Preoperative bone mineral densitometric evaluation of the uninvolved hip, especially the neck region seems to be helpful to evaluate the densitometric status of femoral head to predict early failure when fixation was attempted Daha fazlası Daha az
Özdolap, Şenay | Sarıkaya, Selda | Sumer, Murat | Atasoy, H. Tuğrul
Article | 2005 | Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi51 ( 4 ) , pp.134 - 137
Amaç: Median sinirin bilek hizasındaki kompresyonu en sık görülen tuzak nöropatidir. Bu çalışmada elektrodiagnostik değerlendirme ile karpal tünel sendromu tanısı almış hastalarda; semptom, fizik muayene bulguları ve fonksiyonel durum ile elektrodiagnostik bulgular arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya elektrodiagnostik inceleme ile karpal tünel sendromu tanısı almış, yaş ortalaması 47±10,06 yıl olan, 53 hastanın (48 kadın, 5 erkek) 71 eli dahil edildi. Hastaların demografik bilgileri sorgulandı. Tinnel ve Phalen testleri, bilek boyutları, el ve parmak kavrama gücü ölçümleri kaydedildi. Gündüz ve g . . .ece semptomlarının şiddetini belirlemek amacıyla vizüel analog skala (VAS) kullanıldı. El fonksiyonlarını değerlendirmek için Duruöz el skalası kullanıldı. Bulgular: Semptom şiddeti, el ve parmak kavrama güçleri, bilek ölçüm değerleri ve Duruöz el skalası ile elektrodiagnostik bulgular arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptanmadı (p>0,05). Vizüel analog skala (gündüz) ile Duruöz el skalası arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon (r=0,310, p=0,009), vizüel analog skala (gündüz) ile el kavrama gücü arasında negatif korelasyon bulundu (r=-0,242, p=0,04). Tinnel testinin duyarlılığı %57,74, Phalen testinin duyarlılığı ise %60,56 olarak hesaplandı. Sonuç: Klinik semptom ve bulgular ile elektrodiagnostik veriler arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemekle birlikte VAS (gündüz) ile Duruöz El Skalası ve el kavrama gücü arasında saptanan korelasyon hastaların günlük yaşam aktivitelerinin belirgin olarak etkilendiğinin bir göstergesidir. Klinik olarak tespit edilen semptom ve bulgular karpal tünel sendromunun tanısında kullanılamasa da, tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesinde ve hastaların takibinde yararlı olacağı kanısındayız Objective: Compression of the median nerve at the wrist is the most frequent entrapment neuropathy observed. The purpose of this study is to investigate the relationship between the symptoms, signs, physical examination findings, functional status and electrodiagnostic findings of patients who were diagnosed as carpal tunnel syndrome (CTS) with electrodiagnostic study. Materials and Methods: Seventyone hands of 53 patients (48 female, 5 male) with a mean age of 47±10.06 years were included in this study. Patients were asked about their demographic data. Tinnel’s and Phalen’s tests, wrist dimensions, hand grip and pinch strength were recorded. Visual analogue scale (VAS) was used to investigate the severity of symptoms of daytime and night, and all the patients filled Duruoz Hand Scale in order to determine their hand functions. Results: There was no statistically significant correlation between the severity of symptoms, wrist dimensions, grip and pinch strength, Duruoz Hand Scale and electrodiagnostic findings (p>0.05). There was a positive correlation between Duruoz Hand Scale and visual analogue scale (daytime) (r=0.310, p=0.009), and a negative correlation was present between grip strength and visual analogue scale (daytime) (r=-0.242, p=0.04). Sensitivity of Tinnel’s and Phalen’s tests were 57.74% and 60.56%, respectively. Conclusion: While there is no significant relation between the clinical symptoms and signs and electrodiagnostic findings; correlation between VAS(daytime) and DES, hand grip strenght proves that activities of daily living is severely impaired. Although symptoms and signs could not be used for the diagnosis of CTS, we think that they could be usefull for following-up of the patients Daha fazlası Daha az
Sarıkaya, Selda | Ortancıl, Özgür | Üstündağ, Yücel | Koç, Ülkü | Başaran, Aynur
Article | 2006 | Romatizma Dergisi (. Turkish Journal of Rheumatology)21 ( 2 ) , pp.37 - 40
Amaç: Siroz hastalarında farklı bölgelerdeki osteoporozun saptanması, hastalık şiddeti ve süresi ile ilişkisinin belirlenmesi. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya siroz tanısı almış 28 hasta (13 kadın,15 erkek) dahil edildi. Lomber anteroposterior (AP) vertebra (L1-L4), sol femur (total) ve önkol bölgelerinin kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümleri için dual-enerji X-ray absorpsiyometri (DEXA) cihazı kullanıldı. Sirozun şiddeti Child-Pugh skoruna göre sınıflandırıldı. Bulgular: Lomber vertebra ölçümünde erkeklerin %46,7'sinde, kadınların %23.1'inde osteoporoz mevcuttu. Femur ölçümünde erkeklerin %20'sinde kadınların ise %23.1'inde osteopo . . .roz saptandı. Önkol KMY ölçümünde erkeklerin %50'sinde kadınların ise %33'ünde osteoporoz mevcuttu. Child-Pugh A, B ve C gruplarının KMY, T ve Z skorları ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Hastalık süresi ile vertebra (r=-0.053, p=0.790), femur (r=0.302, p=0.119) ve önkol (r=-0.236, p=0.303) Z skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon bulunmadı. Hastalık süresi ile vertebra (r=-0.071, p=0.721) ve femur (r=0.090, p=0.650) T skorları arasında korelasyon saptanmazken önkol (r=-0.486; p=0.025) T skoru arasında anlamlı negatif korelasyon mevcuttu. Sonuç: Bu çalışmada her iki hastadan birinde osteoporoz saptandı. Hastalıkları nedeniyle zaten sedanter yaşayan siroz hastalarında osteoporoz sonucu oluşan kırıklar hastaların immobilite düzeylerinin ve sürelerinin artmasına ve yaşam kalitelerinin bozulmasına neden olabilir. Bu nedenle siroz hastaları mutlaka osteoporoz yönünden incelenmeli, erken tanı ve tedavi ile kırıkların oluşumu önlenmelidir Objective: The aim of this study was to determine the osteoporosis at different sites in cirrhotic patients and relation of osteoporosis with duration and severity of disease. Patients and Methods: Twenty-eight patients (13 women, 15 men) with cirrhosis were included in this study. Dual-energy X-ray absorptiometry ( DEXA) was used to measure the bone mineral densities (BMD) of the lumbar spine (L1-L4), left femur (total) and forearm. The severity of cirrhosis was graded using the Child-Pugh score. Results: Osteoporosis at lumbar spine was found in 23.1% of female and 46.7% of male patients while 23.1% of females and 20% of males had osteoporosis at femur. According to forearm BMD measurements, 33% of women and 50% of men had osteoporosis. There were no significant differences between Child-Pugh class A, B and C in BMD and Z scores (p>0.05). We found no statistically significant correlation between disease duration and spine (r=-0.053, p=0.790), femur(r=0.302, p=0.119) and forearm (r=-0.236, p=0.303) Z scores. There were no statistically significant correlation between disease duration and spine (r=-0.071, p=0.721)and femur (r=0.090, p=0.650 T scores while there was a statistically significant negative correlation between disease duration and forearm T score (r=-0.486; p=0.025). Conclusion: One of two cirrhotic patients has osteoporosis in our study. Cirrhotic patients have sedantery lives due to their diseases. Osteoporotic fractures increase the duration and grade of immobilisation and diminish quality of patients lives. For this reason cirrhotic patients should be evaluated for osteoporosis thus the number of subsequent fractures may be decreased by early diagnose and interventio Daha fazlası Daha az
Gül, Aylin | Çınar, Fikret | Evren, Cenk | Uğur, M. Birol | Sarıkaya, Selda
Article | 2011 | Kulak Burun Boğaz İhtisas Dergisi21 ( 2 ) , pp.70 - 75
Amaç: Çalışmada basit horlama ve obstrüktif uyku apnesi sendromlu (OUAS) hastalarda alerjik rinit ile OUAS gelişimi ve OUAS’nin hastalardaki şiddeti arasındaki ilişki ve alerjik rinitin görülme sıklığı araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Aralık 2007 ile Ocak 2009 tarihleri arasında horlama ve gece uyanması yakınmaları ile kliniğimizde başvuran ve basit horlama ve OUAS tanısı konulan toplam 80 hasta (51 erkek, 29 kadın; ort. yaş 45.4±8.1 yıl; dağılım 18-69 yıl) çalışmaya alındı ve apne-hipopne indeks (AHİ) puanlarına göre dört gruba ayrıldı. Hastalar alerjik rinit varlığı açısından sorgulandı. Radyoallergosorbent testi (RAST) ve pric . . .k testleri yapıldı. Bulgular: Seksen hastanın 18’inde (%23) alerjik rinit tespit edildi. On sekiz hastanın 13’ünde (%72) ev tozu akarları etken alerjen olarak saptandı. Sonuç: Basit horlama ve OUAS’li hastalara yöneltilen sorulara burun tıkanıklığı ve hapşırma gibi alerji semptomlarını içeren soruların da eklenmesini ve istenecek incelemeler arasında deri prick testi veya RAST testinin de yer almasını öneriyoruz. Objectives: This study aims to investigate the prevalence of allergic rhinitis and the relation between allergic rhinitis and the development of obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) and OSAS severity in patients with simple snoring and OSAS. Patients and Methods: A total of 80 patients (51 males, 29 females; mean age 45.4±8.1 years; range 18 to 69 years) who were admitted to our clinic with the complaints of snoring and nocturnal awakening and diagnosed with simple snoring and OSAS were included in the study and divided into four groups according to apnea-hypopnea indexes (AHIs) scores. The patients were interrogated about the presence of allergic rhinitis. Radioallergosorbent test (RAST) and prick tests were performed. Results: We found allergic rhinitis in 18 of the 80 (23%) patients. The house mites were found to be the causative allergen in 13 of the 18 (72%) patients. Conclusion: We recommend that the allergy symptoms such as nasal obstruction and sneezing should be added to the questions that are asked to the patients with simple snoring and OSAS and that the investigations should include the skin prick and RAST tests in these patients Daha fazlası Daha az
Evren, Cenk | Çınar, Fikret | Sarıkaya, Selda | Alpay, Atilla | Bektaş, Sibel
Article | 2012 | Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıp Dergisi23 ( 1 ) , pp.1 - 5
Amaç: Bu çalışmanın amacı Ankaferd “Blood Stopper”in (ABS) tükrük bezi dokusu üzerinde kanama durdurucu etki- sini incelemektir.? Gereç ve Yöntem: Çalışmada 15 erişkin Wistar Albino cin- si sıçan kullanıldı. Uygun diseksiyon işlemi sonrasında sağ submandibuler glandları tam kat kesilip 0.2 cc ABS damlatıl- dı. Sol glanda da aynı kesi işlemi sonrasında salin emdirilmiş tampon ile baskı yapıldı. İki tarafın kanama süreleri ölçüldü.? Bulgular: Kanama zamanı ABS uygulanan tarafta 21.9±8.9 saniye, salin emdirilmiş tampon ile baskı yapılan tarafta 89.8±33.9 saniye olarak bulundu. ABS uygulanan tarafta kanama zamanı anlamlı olarak kısa bul . . .undu. Sonuç: Yeni bir hemostatik ajan olarak ABS’nin tükrük bezle- rinde kanamayı kontrol etmek için potansiyel bir yararı ola- bilir. Doku üzerinde histopatolojik etkilerini incelemek, olası toksik etkilerini belirlemek için daha çok ileriye dönük kont- rollü çalışmalara ihtiyaç vardır. Background: The aim of this study was to investigate the he- mostatic effect of Ankaferd Blood Stopper (ABS) on salivary gland tissue. Methods: Fifteen adult Wistar Albino rats were used in this study. After an appropriate dissection, the right submandibu- lar glands were incised through all layers and 0.2 cc of ABS was administered. After performing the same procedure on the left glands, compression was applied with a saline-moistened pack. The duration of bleeding on both sides was measured. Results: The duration of bleeding was 21.9±8.9 seconds in the ABS administered side, whereas the duration of bleeding was found to be 89.8±33.9 seconds in the side in which only a saline- moistened pack was applied. The duration of bleeding was sig- nificantly shorter in the ABS administered side. Conclusion: ABS as a novel hemostatic agent could have a potential benefit in controlling bleeding from salivary glands. Further prospective controlled studies are required to inves- tigate its pathological effects on the tissue and to determine possible toxic effects Daha fazlası Daha az
Erdem, L. Oktay | Erdem, C. Zuhal | Sarıkaya, Selda
Article | 2004 | Romatizma Dergisi (. Turkish Journal of Rheumatology)19 ( 3 ) , pp.153 - 158
Amaç: MR görüntüleme ile AS'li hastaların karakteristik sakroiliit bulgularını belirlemek amaçlandı. Gereç ve Yöntem: AS tanılı ardışık 13 hasta (yaş ortalaması:44± 10) ve 4 asemptomatik gönüllü (yaş ortalaması:40± 7) çalışmaya dahil edildi. AS'li hastaların ortalama hastalık süresi 10.4± 8.3 yıl (4-30 yıl) idi. MR görüntüleme, 1.5 T sistemde, AS'li hasta ve kontrol olgulara, koronal planda T1-ağırlıklı turbo spinecho (TSE), T2-ağırlıklı (FFE) ve yağ-baskılı short tau inversion recovery (STIR) sekansları ile uygulandı. MR görüntüleme ile 13 AS'li hastanın 26 sakroiliak (Sİ) ekleminde erozyon, ankiloz, tip1-3 lezyonlarının sıklığı ka . . .ydedildi. MR görüntüleri hastaların klinik durumu hakkında bilgi sahibi olmayan iki radyolog tarafından görüş birliğine varılarak değerlendirildi. Bulgular: Dört gönüllünün (8 Sİ eklem) MR görüntüleme bulguları normal idi. 13 AS'li hastanın 26 Sİ ekleminde sırasıyla tip 3 lezyonu (%46), tip 2 lezyonu (%31), tip 1 lezyonu (%19), erozyon (%38) ve ankiloz (%35) saptandı. Sonuç: Kanımızca MR görüntüleme sakroileit tanısında, Sİ eklem anatomisini ve sakroiliit lezyonlarını ayrıntılı olarak gösterebilen ve radyasyon maruziyeti olmayan noninvaziv yararlı bir görüntüleme yöntemidir. Objective: To determine the characteristic findings of sacroiliitis using by magnetic resonance (MR) imaging. Material and Method: 13 consecutive patients with AS (mean age: 44± 10years) and 4 volunteers (mean age:40± 7 years) were enrolled in the study. Mean disease duration of AS patients was 10.4± 8.3 years (4-30 years). MR images were performed with the sequences of the coronal T1 weighted turbo spin-echo (TSE) image, T2 weighted FFE image and STIR image using a 1.5-T imager for all volunteers and patients. 26 sacroiliac (SI) joints in 13 patients with AS were examined with MR examination. Erosions, ankylosis, and type 1-3 findings in the SI joints were recorded on MR imaging. MR image set was interpreted by consensus of two radiologist who blinded clinical data. Results: MR imaging findings were normal in 4 volunteers (8 SI joints ). The most common abnormalities detected by MR imaging in 13 AS patients were as follows, type 3 lesions (46%), type 2 lesions (31%), type 1 lesions (19%), erosions (38%) and ankylosis (35%). Conclusion: We belived that MR imaging is an useful diagnostic modality in the diagnosis of sacroiliitis which can demonstrate detailed anatomy of the SI joint and the changes of sacroiliitis and the lack of radiation exposure Daha fazlası Daha az
Özdolap, Şenay | Sarıkaya, Selda | Köktürk, Fürüzan
Article | 2014 | Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi60 ( 1 ) , pp.32 - 36
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kronik bel ağrısı olan hastalar ve sağlıklı bireyler arasında basınç ağrı eşiği değerleri açısından farkı belirlemek, aynı zamanda kronik bel ağrısı olan hastalarda farklı anatomik bölgelerde basınç ağrı eşiği test edilerek yaygın ağrıyı incelemektir.Gereç ve Yöntemler: Kronik bel ağrılı 70 hasta ve 62 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Basınç ağrı eşiği, her iki grupta, Amerikan Romatizma Cemiyeti tarafından belirlenen 18 fibromiyalji hassas noktası, 12 siyatik valleks noktası ve 4 lomber paravertebral nokta olmak üzere toplam 34 noktada değerlendirildi. Basınç ağrı eşiği ölçümleri, yüzey alanı 1 cm . . .2 olan elektronik basınç algometre cihazı ile yapıldı. Bulgular: Kronik bel ağrılı hastalarda tüm noktalarda ortalama basınç ağrı eşiği, sağlıklı kontrollere göre anlamlı düzeyde düşük bulundu (p=0,001). Sonuç: Bu çalışma, kronik bel ağrılı hastalarda sağlıklı kontrollere göre tüm vücutta basınç ağrı eşiğinin düşük olduğunu gösterdi. Bu sonuç, kronik bel ağrısı olan hastaların değerlendirilmesinde yaygın ağrının göz önünde bulundurulması gerektiğini düşündürür niteliktedir. Objective: The purpose of this study was to determine differences in pain pressure threshold (PPT) values between patients with chronic low back pain (CLPB) and healthy people and to also evaluate widespread pain sensitivity by testing PPT in different sites of patients with CLBP.Material and Methods: Seventy subjects with CLBP and 62 healthy controls were included in the study. PPT values were evaluated for a total of 34 points, including 18 tender points defined for fibromyalgia syndrome by the American College of Rheumatology, 12 points for testing of sciatic valleix, and 4 lumbar paravertebral points, in both groups. An electronic pressure algometer was used to measure PPT with a stimulation surface area of 1 cm2. Results: A significantly lower mean PPT was determined for all test sites in the patients with CLBP compared with healthy controls (p=0.001).Conclusion: The study showed that patients with CLBP have significantly lower PPT values at every individual site compared with healthy controls. This result suggests that widespread pain should be taken into account in the evaluation of patients with CLBP Daha fazlası Daha az