Kandemir, Onak Nilüfer | Barut, Figen | Keser, Sevinç | Karadayı, Nimet | Bektaş, Sibel | Gün, Doğan Banu | Bahadır, Burak
Other | 2009 | Türk Onkoloji Dergisi24 ( 4 ) , pp.172 - 176
AMAÇ Bu çalışmada, tiroid papiller karsinomlarında (TPK), kronik lenfositik tiroidit (KLT) görülme sıklığı araştırıldı ve tümörü infiltre eden lenfosit (TİL) varlığının KLT ile ilişkisi değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM Çalışma kapsamına 61 TPK olgusu dahil edildi. Tümör içi ve tümör çevresi parankimdeki lenfoid infiltrasyon varlığı, her biri için ayrı şekilde, semi-kantitatif olarak 0-3 arasında derecelendi. Olgular grup I (KLT içeren TPK) ve grup II (KLT içermeyen TPK) olmak üzere iki gruba ayrıldı. BULGULAR TPK'ların %26.3'ünde (grup I) KLT saptandı. Grup I'deki olguların %77'sinde TİL görülürken, grup II'deki olgularda TİL ile uy . . .umlu olarak değerlendirilebilecek lenfoid infiltrasyon saptanmadı. Grup I ve grup II'deki olgular arasında TİL yoğunluğu açısından anlamlı farklılık belirlendi. SONUÇ Bulgularımız, TPK'da KLT'nin sık görülen bir bulgu olduğunu ve TİL varlığının KLT ile ilişkili bir parametre olduğunu göstermektedir. OBJECTIVES This study examined the frequency of chronic lymphocytic thyroiditis (CLT) in thyroid papillary carcinomas (TPC) and the relationship between the presence of tumor-infiltrating lymphocytes (TIL) and CLT. METHODS The study included 61 TPC cases. In each case, the presence of the lymphocyte infiltration in the tumor tissue and nonneoplastic parenchyma was graded semi-quantitatively using a scale of 0 to 3. The cases were classified in two groups, TPC including CLT (Group I) and TPC not including CLT (Group II). RESULTS CLT was detected in 26.3% (Group I) of the TPCs and TIL was observed in 77% of the Group I cases; no lymphoid infiltration compatible with TIL was detected in Group II. A significant difference was observed in the TIL density between Groups I and II. CONCLUSION CLT is a frequent finding in TPC, and the presence of TIL is related to CLT Daha fazlası Daha az
Barut, Figen | Kandemir, Onak Nilüfer | Özdamar, Şükrü Oğuz | Gül, Sanser | Bektaş, Sibel | Gün, Doğan Banu | Bahadır, Burak
Article | 2009 | Turkish Neurosurgery19 ( 4 ) , pp.417 - 422
Gliosarkom, bifazik histolojik patern ile karakterize santral sinir sisteminin nadir tümörüdür. Amacımız, kondroblastik osteosarkomatöz farklılaşmayla birlikte olan iki gliosarkom olgusunun klinik, morfolojik ve immünhistokimyasal özelliklerini tanımlamak ve onların patogenetik mekanizmalarını tartışmaktır. Olgu 1: Anaplastik ependimom nedeniyle parietal kraniotomiye gitmiş 52 yaşında erkek hastadır. Olguya postoperatif radyoterapi ve kemoterapi verildi. İlk operasyondan sonra, dördüncü, yedinci ve onuncu aylarda rekürrensden dolayı tümör için ilave rezeksiyonlar yapıldı. Sonuncu tümör rezeksiyonundan sonra hasta exitus oldu. Postmo . . .rtem biyopsinin histopatolojik incelemesinde, hem gliomatöz hem de sarkomatöz komponentler içeren bifazik morfolojik patern sergileyen neoplazi gözlendi. Olgu 2: Histolojik olarak, sarkomatöz ve glial komponent sergileyen gliosarkom tanısı alan sağ frontal lob kitlesi olan 69 yaşında erkek hastadır. İmmünhistokimyasal özellikleri genelde ilk olgununkine benzemekte, fakat p53 protein ile diffüz nükleer reaksiyon her iki komponentte saptandı. “Kondroblastik osteosarkom özellikleri ile beraber olan gliosarkom” olarak oldukça nadir histopatolojik tanılı iki olgu rapor ettik. Gliosarcoma is a rare tumor of the central nervous system characterized by a biphasic histological pattern. Our objective is to describe clinical, morphological and immunohistochemical features of two cases of gliosarcoma with chondroblastic osteosarcomatous differentiation and to discuss its pathogenetic mechanisms. Case 1: A52- year-old male patient underwent parietal craniotomy due to anaplastic ependymoma. The case had radiotherapy and chemotherapy postoperatively. After the first operation, additional resections were performed for tumor because of recurrences at the fourth, seventh and tenth months. The patient died after the last tumor resection. Histopathologic examination of the postmortem biopsy revealed neoplasm displaying a biphasic morphologic pattern including both gliomatous and sarcomatous components. Case 2: The case was a 69-year-old male patient with a right frontal lobe mass histologically diagnosed as gliosarcoma displaying sarcomatous and glial components. Immunohistochemical features were similar to those of the first case in general, but diffuse nuclear reaction with p53 protein was detected in both components. We report two cases with an extremely rare histopathologic aldiagnosis of “gliosarcoma with features of chondroblastic osteosarcoma” Daha fazlası Daha az
Kandemir, Onak Nilüfer | Bektaş, Sibel | Barut, Figen | Yurdakan, Gamze | Bahadır, Burak | Gün, Doğan Banu | Özdamar, Şükrü Oğuz
Other | 2010 | Türk Patoloji Dergisi26 ( 3 ) , pp.230 - 237
Amaç: İnce iğne aspirasyon sitolojisi, meme lezyonlarında yaygın olarak kullanılan ilk aşama tanı yöntemidir. Bu çalışmada, meme lezyonlarının bu teknik ile değerlendirilmesinde yanlış negatif ve yanlış pozitif tanılara neden olan etkenler araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı'nda 2002–2009 yılları arasında tanı alan 511 meme ince iğne aspirasyon sitolojisi materyali retrospektif olarak gözden geçirilmiştir. Sitopatolojik tanılar, olgulara ait biyopsi tanıları ve klinik takip sonuçları eşliğinde değerlendirilerek, meme lezyonlarının tanısında ince iğne aspirasyon sito . . .lojisi'nin güvenilirliğine etki eden faktörler irdelenmiştir. Bulgular: Serimizde meme lezyonlarında ince iğne aspirasyon sitolojisi'nin duyarlılığı %77, özgüllüğü %99, doğruluğu %95, pozitif öngörü değeri %93, negatif öngörü değeri ise %95 olarak belirlenmiştir. Yanlış negatif tanı oranımız %4, yanlış pozitif tanı oranımız ise %1'dir. Sonuç: Meme lezyonlarının ince iğne aspirasyon sitolojisi ile değerlendirilmesinde hücresel monomorfizmin yanlış yorumlanması en önemli yanlış negatif tanı nedenidir. Benign proliferatif meme lezyonlarındaki artmış selülarite ve reaktif hücresel atipi ise en sık yanlış pozitif tanı nedenlerini oluşturmaktadır. Objective: Fine needle aspiration cytology is the first step in the diagnosing breast lesions. This study evaluated factors causing falsenegative and false-positive diagnoses when evaluating breast lesions using this technique. Material and Method: In this study, we retrospectively examined 511 breast diagnoses, based on Fine needle aspiration cytology specimens, made in the Medical School of Zonguldak Karaelmas University, Department of Pathology, between 2002 and 2009. Factors affecting the reliability of fine needle aspiration cytology were evaluated by comparing the cytological and biopsy diagnoses and using the clinical parameters in the diagnosis of breast lesions. Result: In our series, the sensitivity, specificity, accuracy, positive predictive value, and negative predictive value of fine needle aspiration cytology were 77%, 99%, 95%, 93%, and 95%, respectively. The falsenegative diagnosis rate was 4% and the false-positive diagnosis rate was 1%. Conclusion: Sampling errors and erroneous interpretation of cellular monomorphism are the most important reasons for false-negative diagnosis results in the evaluation of breast lesions with fine needle aspiration cytology. Increased cellularity and reactive cell atypia in benign proliferative breast lesions are the most frequent reasons for false-positive diagnosis Daha fazlası Daha az
Tekin, Solak Nilgün | Altınyazar, H. Cevdet | Gün, Doğan Banu | Koca, Rafet | Çınar, Saniye
Article | 2003 | Türkiye Klinikleri Jinekoloji Obstetrik Dergisi13 ( 1 ) , pp.66 - 68
Giriş: Göz çevresinin ve yanakların siringoması iyi bilinip tanımlanmasına rağmen vulvar siringoma bu selim ekrin tümörün nadir görülen klinik bir varyantıdır. Olgu Sunumu: Bir kaç yıl içerisinde her iki labia majoralarında simetrik papüler lezyonlar gelişen 32 yaşındaki beyaz kadın hasta sunuldu. Sonuç: Histopatolojik inceleme siringomanın tipik özelliklerini göstermekteydi. Siringomanın vulvanın papüler lezyonlarının ayırıcı tanısında göz önüne alınması gerektiğini düşünmekteyiz. Introduction: Although syringoma of the eyelids and the cheeks are well known and defined, vulvar syringoma is a rare clinical variant of this benign ecc . . .rine tumor. Case Report: A case of a 32-year-old white female patient is presented, who developed papular lesions symmetrically located on both labia majora during a couple of years. Conclusion: Histopathological examination showed typical features of syringomas. We conclude that syringomas should be considered in the differential diagnosis of papular lesions of the vulva Daha fazlası Daha az
Barut, Figen | Özdamar, Şükrü Oğuz | Barut, Aykut | Bayar, Ülkü | Bektaş, Sibel | Bahadır, Burak | Gün, Doğan Banu
Other | 2008 | GORM:Gynecology Obstetrics & Reproductive Medicine14 ( 2 ) , pp.132 - 135
Kandemir, Onak Nilüfer | Gül, Ege Aylin | Gün, Doğan Banu | Karadayı, Nimet | Yurdakan, Gamze | Özdamar, Şükrü Oğuz
Article | 2010 | Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Derg.(YA. Balkan Medical Journal27 ( 3 ) , pp.292 - 296
Amaç: Meningiomlar genellikle benign davranış gösteren, sıklıkla progesteron reseptörü (PR), seyrek olarak da östrojen reseptörü (ER) eksprese eden santral sinir sistemi neoplazileridir. Meningiomlarda Her-2/neu ekspresyonunun önemi henüz aydınlatılamamıştır. Bu çalışmada, WHO grade I meningiomlarda Her-2/neu, PR ve ER ekspresyonları ile klinikopatolojik parametreler arasındaki ilişki araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya toplam 53 meningiom olgusu dahil edildi. Formalinde fikse edilen, parafine gömülmüş doku kesitlerinde Her-2/neu, PR ve ER immünboyaması gerçekleştirildi. Bulgular: Meningiomların 27'sinde (%50.9) PR pozitiv . . .itesi saptanırken, ER ile reaksiyon saptanmadı. On iki olguda (%22.6) Her-2/neu overekspresyonu belirlendi. Her-2/neu ile PR ekspresyonu arasında pozitif korelasyon saptandı (p=0.015). Her-2/neu ekspresyonu meningotelyal tipte daha sık olarak izlendi (p=0.03). Her-2/neu, ER, PR ve diğer klinikopatolojik parametreler arasında ilişki saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızın sonuçları grade I meningiomlarda PR ekspresyonunun sıklığına karşın, ER ekspresyonunun nadir bir bulgu olduğunu gösterdi. Ek olarak, Her-2/ neu ekspresyonunun PR pozitif ve meningotelyal tipte daha sık görüldüğü saptandı. Objectives: Meningiomas are generally benign central nervous system neoplasms, which frequently express progesterone receptor (PR) and rarely express the estrogen receptor (ER). The significance of Her-2/neu expression in meningiomas is unclear. We evaluated the correlation with Her-2/neu, PR, ER expressions and clinicopathologic parameters in World Health Organization (WHO) Grade I meningiomas. Patients and Methods: In total, 53 cases of meningiomas were included in this study. Formaline-fixed, paraffin-embedded tissue sections were immunostained for Her-2/neu, PR and ER. Results: Whereas 27 (50.9%) of meningiomas were positive for PR, no reaction was determined for ER. Her-2/neu overexpression was observed in 12 (22.6%) cases. There was positive correlation between Her-2/ neu and PR expressions (p=0.015). Her-2/neu expression was frequently seen in meningothelial type (p=0.03). There were no correlations with Her-2/neu, ER, PR and other clinicopathologic parameters. Conclusion: The results of our study show that despite there being PR expression at a high rate in grade I meningiomas, ER expression is a rare finding. Moreover, Her-2/neu expression has been detected more often in the PR positive and meningothelial type Daha fazlası Daha az
Kandemir, Nilüfer Onak | Barut, Figen | Bektaş, Sibel | Gün, Doğan Banu | Bahadır, Burak | Yurdakan, Gamze | Özdamar, Şükrü Oğuz
Other | 2009 | Türk Patoloji Dergisi25 ( 3 ) , pp.112 - 117
Amaç: Deri, mukoza ve stromal destek dokudan oluşan göz kapağı ve konjonktiva çok çeşitli patolojilerin gelişebildiği bir bölgedir. Bu bölge lezyonlarının histopatolojik tanısı, seçilecek tedavinin planlanması ve görme fonksiyonlarının korunması açısından önemlidir. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmada; 2003-2008 yılları arasında Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı'nda tanı alan, göz kapağının ve konjonktival bölgenin neoplastik lezyonları tekrar gözden geçirilerek histopatolojik özellikler incelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya toplam 127 olgu dahil edilmiştir. Serimizde olguların %84,2'sini göz kapağı lez . . .yonları oluşturmaktadır. Bu bölge lezyonlarının %69,1'i benign lezyonlar olup, %30,9'u malign neoplazmlardan oluşmaktadır. Konjonktival bölge lezyonlarının oranı %15,8'dir. Konjonktival bölge lezyonlarının %95'i benign lezyonlardan oluşmakta olup, malign neoplazilerin oranı %5'tir. Göz kapağında en sık görülen benign lezyon skuamöz papillom (%20,3), en sık görülen malignite ise bazal hücreli karsinomdur (%57,6). Konjonktival bölgede ise en sık görülen benign lezyon melanositik nevüs (%57,9) olup, malign neoplazm olarak yalnızca 1 olguda in situ skuamöz hücreli karsinom saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmada periorbital bölge lezyonlarının temel histopatolojik analizi yapılmıştır. Göz kapağı ve konjonktivada malign lezyonlar olarak en sık bazal ve skuamöz hücreli karsinomların saptanması dikkati çekmiştir. Objective: Eyelids and conjunctiva, which are composed of cutaneous, mucosal and stromal tissues, may develop various pathologies. Histopathological diagnosis of the lesions located in these anatomical regions is crucial for determining the optimal therapeutic modality and protection of ocular functions. Material and Methods: In this retrospective study, the clinical and histopathological features of neoplastic lesions located on the eyelids and the conjunctiva diagnosed at the Department of Pathology in Karaelmas University Faculty of Medicine between the years of 2003 and 2008 were reviewed and evaluated. Results: A total of 127 cases were included to the study. 84,2% of the lesions in our case series were located on the eyelids. 69,1% and 30,9% of these eyelid lesions were benign and malignant, respectively. 15,8% of the lesions were conjunctival. 95% of the conjunctival lesions were benign, while 5% were malignant. The most common benign lesions of the eyelids were squamous papillomas (20,3%), while the most commonly observed malignant neoplasm was basal cell carcinoma (57,6%). Most of the benign conjunctival lesions were melanocytic nevi (57,9%), while only one case was diagnosed as in situ squamous cell carcinoma. Conclusion: Basic histopathological analyses of the periorbital lesions were performed in this study. The most commonly encountered malignant lesions of the eyelids and conjunctiva were basal and squamous cell carcinomas Daha fazlası Daha az
Barut, Figen | Barut, Aykut | Keretiş, Gürkan | Bektaş, Sibel | Gün, Doğan Banu | Bahadır, Burak | Yurdakan, Gamze
Other | 2008 | GORM:Gynecology Obstetrics & Reproductive Medicine14 ( 1 ) , pp.36 - 40
Hem benign hem de malign olmak üzere çok sayıda ovaryan tümör tipleri mevcuttur. Çalışmanın amacı, Zonguldak ve çevre şehirlerdeki ovaryan tümörlerin epidemiyolojisini retrospektif olarak değerlendirmektir. Patoloji ^bölümünde Mayıs 2001 ve Mart 2007 arası, değişik sebeplerden operasyona gitmiş 494 olgudan elde edilen 769 ooferektomi materyali gözden geçirilmiştir. Tümörler sınıflandırılmıştır. Ovaryan tümörlerin oranı tüm olgularda %16.0' (n:123) dır. 123 ovaryan tümörün dağılımı: %73,2'si (90) benign, %7,3'ü (9) borderline ve %19,5'i (24) ise malign tümörlerdir. Olguların 68'si (%55,3) yüzey epi-telyal-stromal tümörler; 34'ü (%27, . . .7) germ hücreli tümörler; 10'u (%8,1) seks kord-stromal tümörler; biri (%0,8) vasküler tümör ve 10'u (%8,1) metastatik tümörlerdir. Bizim çalışmamızda retrospektif olarak, kistadenom ve kista-denokarsinom, en sık görülen benign ve malign tümörler olup, bunların çoğunluğuda serözdür. Literatürlerle kıyaslandığında, överin yüzey epitelyal-stromal tümörleri daha az sıklıkla, fakat metastatik tümörleri hem over tümörleri içerisinde hem de malign grupta daha sık izlenmiştir. OBJECTIVE: There are numerous types of ovarian tumors, both benign and malignant. The aim of this study was to evaluate the epidemiology of ovarian tumors in Zonguldak and surrounding cities, retrospectively. STUDY DESIGN: Between May 2001 and March 2007, 769 oophorectomy materials from 494 cases which undergo operation for variable cause were reviewed in Department of Pathology. Tumors were classified. RESULTS: Ovarian tumor’s ratio was (n: 123) 16.0% in all cases. Distribution of 123 ovarian tumors: 73.2% (90) were benign, 7.3% (9) were borderline tumors and 19.5% (24) were malignant. 68 of the cases (55.3%) were surface epithelial-stromal tumor; 34 of the cases (27.7%) were germ cell tumors; 10 of the cases (8.1%) were sex cord-stromal tumors; one of the cases (0.8%) was vascular tumor and 10 of the cases (8.1%) were metastatic tumors. CONCLUSION: In our study cystadenoma and cystadenocarcinoma were the most frequent benign and malignant tumors respectively and most of them were serous. When compared with the literature, surface epithelial-stromal tumor of the ovary were less frequent, but metastatic tumors to ovary were more frequent in both whole and malignant groups Daha fazlası Daha az
Gün, Doğan Banu | Gün, Mustafa Özkan | Karamanoğlu, Ziya
Article | 2004 | Turkish Journal of Medical Sciences34 ( 6 ) , pp.395 - 398
…
Bektaş, Sibel | Bahadır, Burak | Barut, Figen | Gökçe, Havva | Bayar, Ülkü | Gün, Doğan Banu | Özdamar, Şükrü Oğuz
Article | 2008 | Türk Patoloji Dergisi24 ( 1 ) , pp.59 - 63
Malign mikst müllerian tümör, epitelyal ve stromal elemanlara diferansiye olan müllerian mezodermden köken alan nadir bir neoplazidir. Bu olgu sunumunda uterusun malign mikst müllerian tümörünün klinik, histopatolojik ve immünhistokimyasal özellikleri ile tanısal güçlükleri tartışılmıştır. Pelvik ağrı ve postmenopozal kanama şikayeti ile başvuran 53 yaşındaki kadın olguya uygulanan bilgisayarlı tomografide, 8x5 cm boyutlarında intrauterin kitle saptanmıştır. Küretaj materyalinin “yüksek dereceli stromal sarkom” tanısı alması üzerine, hastaya total abdominal histerektomi, bilateral salpingo-ooforektomi ve omentektomi uygulanmıştır. H . . .istopatolojik incelemede, “yüksek dereceli stromal sarkom” ile birlikte “skuamöz hücreli karsinom” varlığı izlenmiştir. Ek olarak, tümörün komşuluğunda adenomiyozis alanları gözlenmiştir. İmmünhistokimyasal olarak malign stromal hücreler vimentin, düz kas aktini ve miyoglobin ile diffüz, CD10 ve S100 protein ile fokal reaksiyon göstermiştir. Malign epitelyal hücreler ise epitelyal membran antijeni, pankeratin (AE1/AE3) ve vimentin ile diffüz, HCG ile fokal immünreaksiyon vermiştir. Olgu, serviks ve tek taraflı over invazyonu gösteren uterin malign mikst müllerian tümör (karsinosarkom) tanısı almıştır. Hastamız tanı aldıktan bir hafta sonra, böbrek yetmezliği nedeniyle eksitus olmuştur. Bu olgu, tümörün malign epitelyal bileşeninde fokal koryokarsinomatöz diferansiyasyon göstergesi sayılabilecek fokal HCG reaksiyonu izlenmesi açısından nadir bir olgudur. Adenomiyozis ile malign mikst müllerian tümör arasındaki olası ilişki değerlendirilmiştir. Malignant mixed mullerian tumor is a rare neoplasm and derives from mullerian mesoderm that differentiates in epithelial and stromal elements. In this case report, pathological and immunohistochemical profile and diagnostic difficulties in malignant mixed mullerian tumor of the uterus were discussed. The case is a 53-year- old patient who complained of pelvic pain and postmenopausal genital bleeding. Computerized tomography was revealed an intrauterine mass measuring 8x5 cm. After the evaluation of the curettage material that was diagnosed as high grade stromal sarcoma; total abdominal hysterectomy, bilateral salpingo-oophorectomy and omentectomy were performed. Histopathologically, the tumor contained squamous cell carcinoma admixed with high grade stromal sarcoma. Additionaly, areas of adenomyosis in the neighbouring of the tumor were noted. Immunohistochemically, malignant stromal cells exhibited diffuse vimentin, smooth muscle actin, myoglobin and focal CD10 and S100 protein positivity. Malignant epithelial cells revealed diffuse positive reaction for epithelial membrane antigen, pancytokeratin (AE1/AE3), vimentin and focal reaction for HCG. A diagnosis of uterin malignant mixed mullerian tumor (carcinosarcoma) with unilateral ovarian and cervix invasion was made. The patient died one week after the pathologic diagnosis because of renal failure. This case is an interesting example of the focal HCG positivity in the malignant epithelial component of the tumor that may represent focal choriocarcinomatous differentiation. Potential relationship between malignant mixed mullerian tumor and adenomyosis was evaluated Daha fazlası Daha az
Bektaş, Sibel | Bahadır, Burak | Gün, Doğan Banu | Kertiş, Gürkan | Özdamar, Şükrü Oğuz
Article | 2009 | Turkish Journal of Medical Sciences39 ( 3 ) , pp.381 - 387
Amaç: Bu çalışmada, bilgisayar destekli görüntü analiz sistemi kullanılarak prostatik adenokarsinom hücre nükleuslarının boyut ve şekil özellikleri değerlendirilmiş, sonuçlar olguların Gleason skorları ile karşılaştırılmıştır. Yöntem ve Gereç: Görüntü analiz sistemi kullanılarak, 130 (% 77’si iğne biyopsi ve % 23’ü prostatektomi materyali) prostat adenokarsinomunun histolojik kesitlerinde yuvarlaklık faktörü, elipslik indeksi, alan, uzunluk ve perimetreyi içeren nükleer morfometrik parametreler değerlendirilmiştir. Morfometrik sonuçlar ile Gleason skorları arasındaki ilişki korelasyon analizi ile saptanmıştır. Bulgular: Tüm materyal . . .ler arasında Gleason skor ile ortalama nükleer alan (r = 0,516, P = 0,01), ortalama nükleer uzunluk (r = 0,298, P = 0,01) ve ortalama nükleer perimeter (r = 0,303, P = 0,01) arasında ilişki saptanmıştır. Organ iğne biyopsi grubunda ise Gleason skor ile ortalama nükleer alan (r = 0,522, P = 0,01), ortalama nükleer uzunluk (r = 0,398, P = 0,01) ve ortalama nükleer perimeter (r = 0,432, P = 0,01) ilişkili bulunmuştur. Prostatektomi grubunda Gleason skor ile ortalama nükleer alan (? = 0,619, P = 0,01) ve ortalama yuvarlaklık faktörü (? = ?0,425, P = 0,05) arasında ilişki tespit edilmiştir. Sonuç: Nükleer boyut ve şekil faktörleri, özellikle ortalama nükleer alan Gleason skor ile ilişkili bulunmuştur. Nükleer boyut ve şekil ölçümü, prostatik adenokarsinomun patolojik durumunun değerlendirilmesine katkı sağlayabilir. Aim: The aim of this study was to assess the size and shape characteristics of prostatic adenocarcinoma cell nuclei using a computer-assisted analysis system, and to compare the results with the Gleason score. Materials and Methods: Morphometric nuclear parameters, such as roundness factor, form ellipse, area, length, and perimeter, were evaluated based on specimen slides of 130 prostatic adenocarcinoma cases (77% needle biopsies and 23% prostatectomy specimens) using a computerized image analysis system. Correlation analysis between Gleason score and morphometric results was performed. Results: The Gleason score was correlated with mean nuclear area (r = 0.516, P = 0.01), mean nuclear length (r = 0.298, P = 0.01), and mean nuclear perimeter (r = 0.303, P = 0.01) for all specimens. In the needle biopsy group the Gleason score was correlated with mean nuclear area (r = 0.522, P = 0.01), mean nuclear length (r = 0.398, P = 0.01), and mean nuclear perimeter (r = 0.432, P = 0.01), whereas in the prostatectomy group the Gleason score was correlated only with mean nuclear area (σ = 0.619, P = 0.01) and mean nuclear roundness factor (σ = −0.425, P = 0.05). Conclusions: Nuclear size and shape factors, especially mean nuclear area, were concordant with the Gleason score. Nuclear size and shape assessment may aid in the evaluation of the pathological status of prostatic adenocarcinoma Daha fazlası Daha az
Bektaş, Sibel | Barut, Figen | Kertiş, Gürkan | Bahadır, Burak | Gün, Doğan Banu | Kandemir, Onak Nilüfer | Karadayı, Nimet
Article | 2008 | Türk Patoloji Dergisi24 ( 1 ) , pp.14 - 18
Kantitatif görüntü analizi, konvansiyonel böbrek hücreli karsinomda tanısal ve prognostik amaçlarla kullanılmıştır. Bu çalışmanın amacı, konvansiyonel (berrak hücreli) böbrek hücreli karsinomda tümör boyutu, patolojik evre ve Fuhrman nükleer derece ile nükleer morfometrik ölçüm sonuçları arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmaktır. Bilgisayar destekli görüntü analiz sistemi kullanılarak, toplam 37 konvansiyonel böbrek hücreli karsinomun hematoksilen- eozin kesitlerinde yuvarlaklık faktörü, elipslik indeksi, alan, uzunluk, genişlik ve perimetreyi içeren nükleer morfometrik parametreler değerlendirilmiştir. Morfometrik sonuçlar . . .ile tümör boyutu, patolojik evre ve Fuhrman nükleer derece arasındaki ilişkiyi saptamak için korelasyon analizi uygulanmıştır. Ortalama nükleer alan patolojik evre (r:0.413, p=0.05) ve Fuhrman nükleer derece (r:0.588, p=0.01) ile; ortalama nükleer uzunluk patolojik evre (r:0.446, p=0.01) ve Fuhrman nükleer derece (r:0.580, p=0.01) ile; ortalama nükleer genişlik patolojik evre (r:0.377, p=0.05), Fuhrman nükleer derece (r:0.544, p=0.01) ve tümör boyutu (r:0.366, p=0.05) ile; ortalama nükleer perimetre patolojik evre (r:0.449, p=0.01) ve Fuhrman nükleer derece (r:0.593, p=0.01) ile; ortalama nükleer yuvarlaklık faktörü patolojik evre (r:0.418, p=0.05) ve Fuhrman nükleer derece (r:0.456, p=0.01) ile ilişkili bulunmuştur. Bu çalışmada, patolojik evre ve Fuhrman nükleer derece ile morfometrik ölçüm sonuçları arasında saptanan ilişki, konvansiyonel böbrek hücreli karsinomda nükleer morfometrik analizin önemini ortaya koymaktadır. Quantitative image analysis has been applied to renal cancers for diagnostic and prognostic purposes. The aim of this study was to investigate whether there is any correlation between the results of morphometric measurements and Fuhrman nuclear grade, pathologic stage and size of conventional (clear cell) renal cell carcinoma. Morphometric nuclear parameters such as roundness factor, form ellipse, area, length, breadth and perimeter were evaluated in hematoxylin-eosin stained slides of 37 conventional renal cell carcinomas by using computer assisted image analysis system. The relationship between Fuhrman nuclear grade, pathologic stage, tumor size and morphometric results were determined by correlation analysis. Mean nuclear areas correlated with pathologic stages (r:0.413, p=0.05) and with Fuhrman nuclear grade (r:0.588, p=0.01). Mean nuclear length correlated with pathologic stage (r:0.446, p=0.01) and with Fuhrman nuclear grade (r:0.580, p=0.01). Mean nuclear breadth were correlated with pathologic stage (r:0.377, p=0.05) and with Fuhrman nuclear grade (r:0.544, p=0.01) and with tumor size (r:0.366, p=0.05). Mean nuclear perimeter correlated with pathologic stage (r:0.449, p=0.01) and Fuhrman nuclear grade (r:0.593, p=0.01). Mean nuclear roundness factor correlated with pathologic stage (r:0.418, p=0.05) and Fuhrman nuclear grade (r:0.456, p=0.01). In this study, the relative concordance of morphometric results and pathologic stage and Fuhrman nuclear grade, exhibited the importance of nuclear morphometric analysis in the assessment of conventional renal cell carcinoma Daha fazlası Daha az