Filtreler
Filtreler
Bulunan: 291 Adet 0.001 sn
Koleksiyon [20]
Tam Metin [2]
Yazar [20]
Yayın Yılı [20]
Konu Başlıkları [20]
Yayıncı [1]
Yayın Dili [3]
Dergi Adı [20]
Araştırmacılar
Pretreatment with 5’-N-ethylcarboxamidoadenosine provides partial improvement in intestinal ischemia- reperfusion injury of rat

Özaçmak, Veysel Haktan | Sayan, Hale | Aktunç, Erol

Other | 2009 | Türk Biyokimya Dergisi34 ( 2 ) , pp.82 - 88

Amaç: Adenozin ve adenozin A1 reseptör agonistleri, çeşitli dokuların reperfüzyon harabiyetine karşı önkoşullanma yoluyla koruyucu etkiler göstermektedir. Çalışmanın amacı, sıçan ince bağırsağının reperfüzyon harabiyeti üzerine adenozin A1/A2 reseptör aktivasyonunun etkilerini incelemekti. Yöntemler: Denekler herbiri rastgele sekiz hayvan içeren dört gruba ayrıldı: sham kontrol, iskemi-reperfüzyon kontrol, 5’-N-etilkarboksiamidoadenozin (NECA) (non-selektif A1 /A2 agonisti, 0.1 mg/kg, i.v.) tedavili iskemi-reperfüzyon ve teofilin (non-selektif A1 /A2 antagonisti, 20 mg/kg, i.v.) tedavili iskemi-reperfüzyon. Tedaviler iskemi yapılmad . . .an 5 dk önce uygulandı. Süperiyor mezenter arter 30 dk klempe edildikten sonra reperfüzyon dönemi 180 dk sürdü. Terminal ileum segmentlerinin, KCl, karbakol ve substans P’ye olan kasılma yanıtlarının kaydedilmesinin yanısıra, dokuların miyeloperoksidaz, malondialdehit ve indirgenmiş glutatyon miktarları da ölçüldü. Bulgular: İskemi, nötrofil infiltrasyonu ve lipid peroksidasyonunu ileri düzeyde yükseltirken aynı zamanda indirgenmiş glutatyonu düşürdü. Sham control grubuy- la karşılaştırıldığında, kasılma yanıtları iskemi-reperfüzyon grubunda ciddi düzeyde azaldı. NECA ön tedavisi, doku indirgenmiş glutatyon miktarını ileri derecede düzeltti ve ayrıca iskemi-reperfüzyon sonucu azalmış kasılma yanıtını kısmen iyileştirdi. Teofilin ile ön tedavi ise herhangi koruyucu bir etki göstermedi. Sonuç: Adenozin A1 /A2 reseptör aktivasyonunun, iskemi sonucu gelişen bağırsak kasılma bozukluğuna karşı kısmi koruma sağladığını ve ayrıca bu korumanın, indirgenmiş glutatyon düzeyinin fizyolojik seviyede tutulması yolu ile muhtemelen gerçekleştiğine dair ek kanıt önermekteyiz. Objectives: Adenosine and adenosine A1 receptor agonists exert protective effects against reperfusion injury in different tissues by mediating preconditioning. The aim of the present study was to examine the effects of adenosine A1 /A2 receptor activation on reperfusion-induced small intestinal injury in rat. Methods: Animals were randomized into four groups each including eight as following: sham control, ischemia-reperfusion control, 5’-N-ethylcarboxamidoadenosine (NECA) (non-selective A1 /A2 agonist, 0.1 mg/kg, i.v.)-treated I/R, and theophylline (non-selective A1 /A2 antagonist, 20 mg/kg, i.v.)-treated I/R groups. The treatments were administered 5 min before inducing ischemia in which superior mesenteric artery was clamped for 30 min followed by 180 min of reperfusion pe- riod. Myeloperoxidase, malondialdehyde, and reduced glutathione contents of terminal ileum samples were measured besides recording contractile responses to KCl, carbachol and substance P. Results: Ischemic insult significantly increased neutrophil infiltration and lipid peroxidation while decreasing the reduced glutathione. Contractile responses were seriously reduced in I/R group compared to that of the sham control group. NECA pretreatment alleviated the tissue content of reduced glutathione remarkably besides providing partial amelioration of I/R-reduced contractile response, while theophylline pretreatment had no any protective effect. Conclusion: We offer additional evidence that activation of A1 /A2 adenosine receptors provides partial protection against ischemia-induced intestinal contractile dysfunction possibly through maintaining reduced glutathione content at physiological levels Daha fazlası Daha az

Intraoperative appearance of a homograft aortic valve 16 years after the implantation

Özdoğan, Mehmet Emin | Erer, Dilek | İriz, Erkan | Büyükateş, Mustafa | Oktar, Levent | Ünal, Yusuf | Abacı, Adnan

Other | 2007 | Anadolu Kardiyoloji Dergisi7 ( 4 ) , pp.456 - 457

Curcumin reduces oxidative stress in ovariectomized rat brain subjected to chronic cerebral hypoperfusion

Özaçmak, Veysel Haktan | Özaçmak-Sayan, Hale

Other | 2010 | Türk Geriatri Dergisi13 ( 3 ) , pp.160 - 165

Giriş: Turmeriğin majör komponenti olan kurkumin hem antioksidan hem de antiinflamatuar aktivite göstermektedir. Çalışmamızda, kronik serebral hipoperfüzyon modelini kullanarak, overleri alınmış dişi sıçan beyininde, kurkuminin oksidatif stresi azaltıp azaltmadığını araştırdık. Gereç ve Yöntem: Kronik serebral hipoperfüzyon, her iki karotid komunis arterin kalıcı ligasyonu ile sağlandı. Denekler (4-6 aylık toplam 30 adet yetişkin Wistar Albino dişi sıçanlar) rastgele üç gruba ayrıldı: sham kontrol, iskemi ve 14 gün boyunca günlük kurkumin (100 mg/kg) verilen iskemi grubu. Ligasyon sonrası 14üncü günde tüm gruplardaki beyin dokuların . . .ın malondialdehid (MDA) ve indirgenmiş glutatyon (GSH) içerikleri ölçüldü. Bulgular: İskemi, MDA içeriğinin ileri dercede yükselmesine neden olurken GSH seviyesini anlamlı derecede azalttı. Diğer yandan, kurkumin tedavisi iskemik beyin dokusunda anlamlı derecelerde MDA düzeyini düşürerek ve GSH içeriğini yükselterek, değerlerin sham grubundakiler seviyesine geri dönmesini sağladı. Sonuç: Elde ettiğimiz sonuçlar, vasküler demansın deneysel hayvan modeli olan kronik serebral hipoperfüzyonda kurkuminin hem oksidatif stresi hem de lipid peroksidasyonunu azalttığını önermektedir. Altta yatan moleküler mekanizmaların derinlemesine daha fazla araştırılması sonrasında inanıyoruz ki kurkuminin tedavideki verimliliği, klinik uygulamalar için özellikle de vasküler demanslı menopoz sonrası yaşlı kadınlarda test edilmesine layık olacaktır. Introduction: Curcumin, the major constituent of turmeric, exhibits both antioxidant and anti-inflammatory activities. In the present study, we investigated whether or not curcumin reduces oxidative stress in ovariectomized female rat brain by using a model of chronic cerebral hypoperfusion. Materials and Method: Chronic cerebral hypoperfusion was induced by permanent ligation of both common carotid arteries. Animals (a total of 30 adult female Wistar Albino rats, 4-6 months old) were randomly divided into three groups: sham control, ischemia, and ischemia plus daily curcumin treatment (100 mg/kg) for 14 days. At day 14 after the ligation, malondialdehyde (MDA) and reduced glutathione (GSH) contents of brain tissues were measured in all groups. Results: Ischemia caused a significant increase in MDA content but a meaningful decrease in GSH levels. Treatment with curcumin, however, lowered MDA and elevated GSH contents significantly in ischemic brain tissue, bringing their levels back to that of the sham group. Conclusion: Our results suggest that curcumin attenuates both oxidative stress and lipid peroxidation in chronic cerebral hypoperfusion, which is an animal model of vascular dementia. Following further in depth investigations into underlying molecular mechanism(s), we believe that therapeutic efficacy of curcumin deserves to be tested for potential clinical application especially in postmenopausal elderly women suffering from vascular dementia Daha fazlası Daha az

Konjestif kalp yetmezliği teşhisinde kullanılan çapraz doğrulama yöntemlerinin sınıflandırıcı performanslarının belirlenmesine olan etkilerinin karşılaştırılması

Narin, Ali | İşler, Yalçın | Özer, Mahmut

Other | 2014 | Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Fen ve Mühendislik Dergisi16 ( 48 ) , pp.1 - 8

Konjestif kalp yetmezliği (KKY) vücudun ihtiyaç duyduğu miktarda kanın pompalanamaması durumudur. Bu tanıya sahip hastaların ölüm oranı çok yüksek olduğundan erken teşhis önemlidir. Bu amaçla gerçekleştirilen sınıflandırma algoritmalarının performanslarının ölçümü için farklı doğrulama yöntemleri vardır. Bu çalışmada, KKY hastalarının teşhisinde sık kullanılan 5 farklı sınıflandırıcının performans ölçümleri için k-parçalı ve birisi-dışarıda çapraz doğrulama yöntemleri denenmiştir. Her algoritma 100 defa denenerek ortalama başarım ve standart sapmaları kayıt edilmiştir. Sonuç olarak, çapraz doğrulamada kullanılan veri parçası sayısı . . .arttıkça ortalama başarımın arttığı ve başarım değişkenliğinin azaldığı tespit edilmiştir. Congestive heart failure (CHF) occurs when the heart is unable to provide sufficient pump action to maintain blood flow to meet the needs of the body. Early diagnosis is important since the mortality rate of the patients with CHF is very high. There are different validation methods to measure performances of classifier algorithms designed for this purpose. In this study, k-fold and leave-one-out cross validation methods were tested for performance measures of five distinct classifiers in the diagnosis the patients with CHF. Each algorithm was run 100 times and the average and the standard deviation of classifier performances were recorded. As a result, it was observed that average performance was enhanced and variability of performances was decreased when the number of data sections used in the cross validation method was increased Daha fazlası Daha az

Uterine serous carcinoma arising from endometrial polyp: A case report

Bektaş, Sibel | Bahadır, Burak | Barut, Figen | Bayar, Ülkü | Özdamar, Şükrü Oğuz

Other | 2009 | GORM:Gynecology Obstetrics & Reproductive Medicine15 ( 1 ) , pp.57 - 60

Seröz karsinom, tip II endometrial karsinomun tipik bir örneğidir. Sigara içme, diabetes mellitus ve hipertansiyon hikayesi olan 71 yaşındaki kadın hasta postmenapozal kanama şikayeti ile başvurmuştur. Küretaj materyalinde adenokarsinom tanısı almıştır. Histerektomi materyalinde uterusta polipoid kitlbelirlenmiştir. Histopatolojik olarak endometrial polipden gelişen seröz karsinom gözlenmiştir. İmmünhistokimyasal olarak tümör hücrelerinde p53 ve c-erbB-2 ile diffüz, östrojen ve progesteron reseptörü ile fokal reaksiyon saptanmıştır. Olgumuz, diabetes mellitus ve hipertansiyon hikayesine sahip olmasının yanı sıra östrojen ve progeste . . .ron reseptörleri ile fokal reaksiyon vermesi ile tip 1 endometrial karsinoma ilişkili klinik ve immünhistokimyasal bulguları paylaşmaktadır. Bu tümörde p53 ve c-erbB-2’nin aşırı ekspresyonu göz önünde bulundurulmalıdır. Serous carcinoma is the prototype of type II endometrial carcinoma. A 71-year-old woman who had history of smoking, diabetes mellitus and hypertension admitted to the hospital with postmenopausal uterine bleeding. Curettage material was diagnosed as adenocarcinoma. Hysterectomy specimen revealed a uterine polypoid mass which afterwards was histopathologically proven to be a serous carcinoma arising from an endometrial polyp. Immunohistochemically, tumor cells showed diffuse reaction for p53 and c-erbB-2, and focal reaction for estrogen and progesterone receptors. In addition to history of diabetes mellitus and hypertension, our case shared some clinical and immunohistochemical characteristics of type I endometrial carcinoma, such as focal expression of estrogen and progesterone receptors. Overexpressions of p53 and c-erbB-2 in this tumor type should be considered Daha fazlası Daha az

Evaluation of the use of mineral trioxide aggregate and light curing glass ionomer cement in coronal bleaching

Koçak, Mustafa Murat | Koçak, Sibel | Oktay, Elif Aybala | Aktuna, Serkan | Yaman, Sis Darendeliler

Other | 2010 | Gülhane Tıp Dergisi52 ( 2 ) , pp.96 - 99

Bu çalışmanın amacı farklı kalınlıklarda yerleştirilen beyaz mineral trioksit agregat, mineral trioksit agregat, gri mineral trioksit agregat ve ışıkla sertleşen cam iyonomer simanın devital ağartma işlemlerinde bariyer maddesi olarak kullanımlarının etkinliğinin değerlendirilmesidir. Çalışmada 130 adet yeni çekilmiş, çürüksüz, daimi tek köklü insan üst çene kanin dişi kullanıldı. Dişler rastgele altı gruba ve pozitif ile negatif kontrol gruplarına ayrıldı. Deney grupları 1, 2 ve 3'deki örneklere sırasıyla 2 mm kalınlıkta beyaz mineral trioksit agregat, gri mineral trioksit agregat ve ışıkla sertleşen cam iyonomer siman yerleştirild . . .i. Deney grupları 4, 5 ve 6'daki örneklere sırasıyla 5 mm kalınlıkta beyaz mineral trioksit agregat, gri mineral trioksit agregat ve ışıkla sertleşen cam iyonomer siman yerleştirildi. Pozitif kontrol grubundaki örneklere bariyer yerleştirilmedi ve negatif kontrol grubundaki örneklere ağartma işlemi uygulanmadı. Beyaz ve gri mineral trioksit agregatlar arasında sızıntı miktarı açısından farklılık bulunmadı (p>0.001). Sonuç olarak hem gri hem de beyaz mineral trioksit agregat iyi koronal kaplama sağlayıp, koronal sızıntı miktarını azaltmıştır. The aim of this study was to compare the effectiveness of white mineral trioxide aggregate and gray mineral trioxide aggregate with different thicknesses and light curing glass ionomer cement when used as a barrier material in intracoronal bleaching procedures. In this study, 130 freshly extracted, caries free human permanent single rooted maxillary canine teeth were used. The teeth were randomly divided into six experimental groups, and positive and negative control groups. The specimens in the experimental groups 1, 2 and 3 received white mineral trioxide aggregate, gray mineral trioxide aggregate and light curing glass ionomer cement with a thickness of 2 mm, respectively. The specimens in the experimental groups 4, 5 and 6 received white mineral trioxide aggregate, gray mineral trioxide aggregate and light curing glass ionomer cement with a thickness of 5 mm, respectively. The positive control group received no barrier material and the negative control group did not undergo bleaching. There was no difference in leakage between gray mineral trioxide aggregate and white mineral trioxide aggregate (p>0.001). In conclusion, both gray and white mineral trioxide aggregate provided good coronal seal and decreased the amount of coronal leakage Daha fazlası Daha az

An aneurysm of the left main coronary artery in a patient with metabolic syndrome

Sayın, Muhammet Raşit | Akpınar, İbrahim | Karabağ, Turgut

Other | 2014 | Journal of Clinical and Analytical Medicine5 ( 2 ) , pp.96 - 99

In this paper we present an aneurysm of the left main coronary artery in a patient with metabolic syndrome.

Gerçek zamanlı kinematik GPS ile ölçülen köprü salınımlarının zaman serisi analizi

Görmüş, K. Sedar | Mekik, Çetin | Kutoğlu, Hakan Şenol

Other | 2006 | HKM Jeodezi Jeoinformasyon Arazi Yönetimi Dergisi0 ( 95 ) , pp.25 - 35

Bu çalışmada, Gerçek Zamanlı Kinematik (GZK) GPS ile köprü salınımlarının modellenmesinde farklı bir yöntem olarak daha çok Elektrik-Elektronik mühendisliği disiplininde kullanılan ve bir zaman serileri analiz yöntemi olan Hızlı Fourier Dönüşüm (FFT) tekniği kullanılmıştır. Bu amaçla Zonguldak kent merkezindeki 1956 yılında tamamı perçinli çelik konstrüksiyon olarak inşa edilen Fevkani Köprüsünün, günün farklı zamanlarındaki trafik yoğunluğuna göre salınım ve titreşimleri GZK GPS ile ölçülmüştür. Bunun için referans alıcısı kentin yüksek tepelerinden birinin üzerine yerleştirilmiş ve iki gezici alıcı da köprünün belirlenen iki nokta . . .sında sabit merkezlendirme düzeneği üzerine konulmuştur. Trafiğin ve özellikle ağır tonajlı araçların en yoğun ve en seyrek geçtiği zamanlarda 1 saniye ölçü aralığı (interval) ile ölçmeler gerçekleştirilmiştir. Today GPS technology has found various uses in many fields as well as in geodetic applications. One of the most crucial factors in expanding the use of GPS is by means of the real time kinematic (RTK) GPS method which produces positions in a few seconds with a few centimeter accuracy, and consequently the productivity in projects. This study focuses on another use of RTK GPS or rather the employ ability of RTK GPS in another field. For this purpose, vibrations and resonance of the Fevkani Brigde -situated in the city centre of Zonguldak and built as a composite construction of riveted steel and asphalt in 1956-are observed by RTK GPS during the different parts of the day depending on the traffic density. The base (reference) receiver is placed on one of the highest hills in the city and two rover receivers on both rails of the bridge on the fixed centering mechanisms. The observations are carried out with one second interval during busy and less busy hours of the traffic, especially accounting for heavy load vehicle traffic. The changes in vibrations and resonance of the bridge computed by the analyses explained here are modeled using approaches such as Fast Fourier Transform and presented in this pape Daha fazlası Daha az

Denizden çıkarılan kumun beton mukavemetine etkisi (2003)

Özkan, Ömer

Other | 2003 | Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Mühendislik Bilimleri Dergisi9 ( 1 ) , pp.73 - 78

1999 yılında meydana gelen depremler sonrasında, kıyı şeridinde bulunan şehirlerde yapı malzemesi olarak kullanılan betonun karışımında deniz kumunun kullanılmasının beton mukavemetine ve dayanımına etkisi tartışılmaya başlanmıştır. Bu çalışmada Zonguldak-Alaplı bölgesinde denizden çıkarılan kum ile Zonguldak-Alaplı Çay'ından çıkarılan kumun mukavemetlerinin zamana göre değişimleri karşılaştırılmıştır. Kullanılan ince agregada birim ağırlık, özgül ağırlık, ince madde oranı, organik madde oranı tayin edilerek, incelik modülü deneyleri yapılmıştır. Yapılan deneyler neticesinde denizden çıkarılan kumun mukavemeti ortalama % 34 oranında . . . düşürdüğü tespit edilmiş olup bunun da kumun içeriğinden kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. In the aftermath of massive earthquakes in 1999, the use of sea sand in the construction material as o substance has been widely questioned as it may have negative side effects on endurance strength of buildings in coastal cities. In this study, the change in the endurance of the concrete has been tested by the use of sea and river sand types from Zonguldak-Alaplı region. Some experiments concerning unit weights, absolute weights, and ratio of fine material and organic material ratio of sand types were also executed. As a result of experiment made about special features of the sand types, it is well understood that the endurance strength of concrete consisting of sea sand is 34% less than that of the normal sand due to tire changes in ingredients of sand types Daha fazlası Daha az

Tiroid papiller karsinomlarında kronik lenfositik tiroidit ve tümörü infiltre eden lenfosit birlikteliği

Kandemir, Onak Nilüfer | Barut, Figen | Keser, Sevinç | Karadayı, Nimet | Bektaş, Sibel | Gün, Doğan Banu | Bahadır, Burak

Other | 2009 | Türk Onkoloji Dergisi24 ( 4 ) , pp.172 - 176

AMAÇ Bu çalışmada, tiroid papiller karsinomlarında (TPK), kronik lenfositik tiroidit (KLT) görülme sıklığı araştırıldı ve tümörü infiltre eden lenfosit (TİL) varlığının KLT ile ilişkisi değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM Çalışma kapsamına 61 TPK olgusu dahil edildi. Tümör içi ve tümör çevresi parankimdeki lenfoid infiltrasyon varlığı, her biri için ayrı şekilde, semi-kantitatif olarak 0-3 arasında derecelendi. Olgular grup I (KLT içeren TPK) ve grup II (KLT içermeyen TPK) olmak üzere iki gruba ayrıldı. BULGULAR TPK'ların %26.3'ünde (grup I) KLT saptandı. Grup I'deki olguların %77'sinde TİL görülürken, grup II'deki olgularda TİL ile uy . . .umlu olarak değerlendirilebilecek lenfoid infiltrasyon saptanmadı. Grup I ve grup II'deki olgular arasında TİL yoğunluğu açısından anlamlı farklılık belirlendi. SONUÇ Bulgularımız, TPK'da KLT'nin sık görülen bir bulgu olduğunu ve TİL varlığının KLT ile ilişkili bir parametre olduğunu göstermektedir. OBJECTIVES This study examined the frequency of chronic lymphocytic thyroiditis (CLT) in thyroid papillary carcinomas (TPC) and the relationship between the presence of tumor-infiltrating lymphocytes (TIL) and CLT. METHODS The study included 61 TPC cases. In each case, the presence of the lymphocyte infiltration in the tumor tissue and nonneoplastic parenchyma was graded semi-quantitatively using a scale of 0 to 3. The cases were classified in two groups, TPC including CLT (Group I) and TPC not including CLT (Group II). RESULTS CLT was detected in 26.3% (Group I) of the TPCs and TIL was observed in 77% of the Group I cases; no lymphoid infiltration compatible with TIL was detected in Group II. A significant difference was observed in the TIL density between Groups I and II. CONCLUSION CLT is a frequent finding in TPC, and the presence of TIL is related to CLT Daha fazlası Daha az

Denizden çıkarılan kumun beton mukavemetine etkisi (2001)

Özkan, Ömer

Other | 2001 | Technology4 ( 1-2 ) , pp.31 - 40

1999 yılında meydana gelen depremler sonrasında, kıyı şeridinde bulunan şehirlerde yapı malzemesi olarak kullanılan betonun karışımında deniz kumunun kullanılmasının beton mukavemetine ve dayanımına etkisi tartışılmaya başlanmıştır. Bu çalışmamızda Zonguldak-Alaplı bölgesinde denizden çıkarılan kum ile Zonguldak-Alaplı Çayından çıkarılan kumun mukavemetlerinin zamana göre değişimleri karşılaştırılmıştır. Kullanılan ince agregada. Birim ağırlık, özgül ağırlık, ince madde oranı tayini, organik madde oranı tayini, incelik modülü deneyleri yapılmıştır. Yapılan deneyler neticesinde denizden çıkarılan kumun mukavemeti ortalama 0,34 oranın . . .da düşürdüğü tespit edilmiş olup bunun da kumun içeriğinden kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. In the aftermath of massive earthquakes in 1999, the use of sea sand in the construction material as a substance has been widely questioned as it may have negative side effects on endurance strength of buildings in coastal cities. In this study, the change in the endurance of the concrete has been tested by the use of sea and river sand types from Zonguldak-Alapli region. Some experiments concerning unit weights, absolute weights, and ratio of fine material and organic material ratio of sand types were also executed. As a result of experiment made about special features of the sand types, it is well understood that the endurance strength of concrete consisting of sea sand is 34% less than that of the normal sand due to the changes in ingredients of sand types Daha fazlası Daha az

Meme ince iğne aspirasyon sitolojisinde yanlış negatif ve yanlış pozitif tanı nedenleri: 286 olguda sito-histopatolojik korelasyon

Kandemir, Onak Nilüfer | Bektaş, Sibel | Barut, Figen | Yurdakan, Gamze | Bahadır, Burak | Gün, Doğan Banu | Özdamar, Şükrü Oğuz

Other | 2010 | Türk Patoloji Dergisi26 ( 3 ) , pp.230 - 237

Amaç: İnce iğne aspirasyon sitolojisi, meme lezyonlarında yaygın olarak kullanılan ilk aşama tanı yöntemidir. Bu çalışmada, meme lezyonlarının bu teknik ile değerlendirilmesinde yanlış negatif ve yanlış pozitif tanılara neden olan etkenler araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı'nda 2002–2009 yılları arasında tanı alan 511 meme ince iğne aspirasyon sitolojisi materyali retrospektif olarak gözden geçirilmiştir. Sitopatolojik tanılar, olgulara ait biyopsi tanıları ve klinik takip sonuçları eşliğinde değerlendirilerek, meme lezyonlarının tanısında ince iğne aspirasyon sito . . .lojisi'nin güvenilirliğine etki eden faktörler irdelenmiştir. Bulgular: Serimizde meme lezyonlarında ince iğne aspirasyon sitolojisi'nin duyarlılığı %77, özgüllüğü %99, doğruluğu %95, pozitif öngörü değeri %93, negatif öngörü değeri ise %95 olarak belirlenmiştir. Yanlış negatif tanı oranımız %4, yanlış pozitif tanı oranımız ise %1'dir. Sonuç: Meme lezyonlarının ince iğne aspirasyon sitolojisi ile değerlendirilmesinde hücresel monomorfizmin yanlış yorumlanması en önemli yanlış negatif tanı nedenidir. Benign proliferatif meme lezyonlarındaki artmış selülarite ve reaktif hücresel atipi ise en sık yanlış pozitif tanı nedenlerini oluşturmaktadır. Objective: Fine needle aspiration cytology is the first step in the diagnosing breast lesions. This study evaluated factors causing falsenegative and false-positive diagnoses when evaluating breast lesions using this technique. Material and Method: In this study, we retrospectively examined 511 breast diagnoses, based on Fine needle aspiration cytology specimens, made in the Medical School of Zonguldak Karaelmas University, Department of Pathology, between 2002 and 2009. Factors affecting the reliability of fine needle aspiration cytology were evaluated by comparing the cytological and biopsy diagnoses and using the clinical parameters in the diagnosis of breast lesions. Result: In our series, the sensitivity, specificity, accuracy, positive predictive value, and negative predictive value of fine needle aspiration cytology were 77%, 99%, 95%, 93%, and 95%, respectively. The falsenegative diagnosis rate was 4% and the false-positive diagnosis rate was 1%. Conclusion: Sampling errors and erroneous interpretation of cellular monomorphism are the most important reasons for false-negative diagnosis results in the evaluation of breast lesions with fine needle aspiration cytology. Increased cellularity and reactive cell atypia in benign proliferative breast lesions are the most frequent reasons for false-positive diagnosis Daha fazlası Daha az


6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.


Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.