Filtreler
Filtreler
Bulunan: 91 Adet 0.002 sn
Koleksiyon [8]
Tam Metin [2]
Yayın Türü [3]
Yazar [20]
Konu Başlıkları [20]
Yayın Dili [3]
Dergi Adı [20]
Araştırmacılar
A case with familial mediterranean fever which responds well to adalimumab treatment

Ortancıl, Özgür | Sanlı, Aslan | Sapmaz, Perihan Bulmuş | Sarıkaya, Selda

Article | 2011 | Archives of Rheumatology26 ( 2 ) , pp.158 - 162

Ankilozan spondilit (AS) ailesel Akdeniz ateşi (AAA)’ne eşlik edebilir. Bu yazıda eşlik eden AS'si olan ve tümör nekroz faktör alfa (TNF-?) inhibitörü (adalimumab) tedavisiyle başarılı şekilde tedavi edilen 48 yaşında bir erkek AAA olgusu sunuldu. Hastaya TNF-? inhibitörü başlanmadan önce kolşisin ve hastalık modifiye edici ilaç (sulfasalazin ve leflunomid) tedavileri uygulandı fakat bu tedavilerle AAA atakları yeterli derecede kontrol altına alınamadı. Kolşisin tedavisiyle birlikte adalimumab uygulandığında, bir yıllık takip esnasında AS hastalık aktivitesinde düzelme sağlandı ve AAA ataklarının sıklığı ve şiddeti azaldı. Gelenekse . . .l tedavilerin etkisiz kaldığı AAA hastalarında TNF-? inhibitörlerinin bir tedavi seçeneği olabileceği düşüncesindeyiz. Ankylosing spondylitis (AS) may accompany Familial Mediterranean fever (FMF). In this article, we present a 48-year-old male FMF case with accompanying AS who was successfully treated with a tumor necrosis factoralpha (TNF-α) inhibitor (adalimumab). Colchicine and other disease modifying antirheumatic drug (sulfasalazine and leflunomide) treatments had been given before the initiation of the TNF-α inhibitor, but FMF attacks could not be adequately controlled by these treatments. When adalimumab was coadministered with colchicine, the disease activity of AS was improved and the frequency and the severity of the FMF attacks were reduced during the one-year follow-up. We conclude that TNF-α blockers may be a therapeutic option when conventional treatment is ineffective in patients with FMF Daha fazlası Daha az

Malignant melanoma associated with congenital melanocytic nevus and diagnosed with intestinal metastases: two case reports

Kandemir, Nilüfer Onak | Bahadır, Burak | Bektaş, Sibel | Barut, Figen | Yurdakan, Gamze | Gün, Banu Doğan | Engin, Hüseyin

Article | 2011 | Turkish Journal of Gastroenterology22 ( 1 ) , pp.77 - 82

Konjenital melanositik nevüs, odontogenez sırasında ortaya çıkan ve nöral-krest’den gelişen hamartomatöz lezyonlardır. Bu çalışmada konjenital melanositik nevüsden gelişen ve gastrointestinal sistem metastazları ile bulgu veren iki malign melanoma olgusu sunulmaktadır. İlk olgu, plevral ve peritoneal efüzyon ile başvuran 71 yaşında kadın hasta olup, endoskopik incelenmede doudenumda nodüler lezyonlar saptanmış ve biyopsi yapılmıştır. Karın ağrısı yakınması ile başvuran ikinci olgu 36 yaşında erkek hasta olup, ileumda invajinasyonlara neden olan kitlesel lezyonlar nedeniyle segmenter ileal rezeksiyon uygulanmıştır. Lezyonların histop . . .atolojik incelemesinde tüm mukoza katlarını infiltre eden diffüz neoplastik infiltrasyon görülmüştür. Belirgin atipi ve pleomorfizm içeren neoplastik hücrelerde S-100, HMB-45 ve Melan A immünreaksiyon saptanmıştır. Her iki olguya, malign melanoma tanısı verilmiştir. İlk olguda karın derisinde, ikinci olguda ise femoral bölgede konjenital melanositik nevüs saptanmış ve histopatolojik incelemelerde bu lezyonların malign melanoma yönünde transformasyon gösterdiği belirlenmiştir. Gastrointestinal sistemde malign melanoma gelişimi primer veya metastatik kökenli olabilir. Kesin tanı daima ayrıntılı klinik, histopatolojik ve immünhistokimyasal incelemeleri gerektirir. Congenital melanocytic nevi are hamartomatous lesions that develop from the neural crest and arise during odontogenesis. In this report, we present two malignant melanoma cases developed from congenital melanocytic nevi and revealed by gastrointestinal system metastases. The first case was a 71-year-old female who presented with pleural and peritoneal effusion and underwent biopsy due to detection of nodular lesions in the duodenum by endoscopic examination. The second case was a 36-year-old male patient who presented with abdominal pain in whom segmental ileal resection was performed due to mass lesions causing invaginations in the ileum. Histopathological examination of the lesions showed a diffuse neoplastic infiltration comprising the entire mucosal layers. In neoplastic cells having a marked atypia and pleomorphism, immunoreactions with S-100, HMB-45, and Melan A were detected. Both cases were diagnosed as malignant melanoma. Abdominal skin in the first case and the femoral region in the second case exhibited congenital melanocytic nevi, and those lesions were determined to show a transformation towards malignant melanoma in the histopathological studies. Malignant melanoma development in gastrointestinal system may have a primary or metastatic character. Definitive diagnosis always requires detailed clinical, histopathological and immunohistochemical analyses Daha fazlası Daha az

Primary intestinal diffuse large B-cell lymphoma forming multiple lymphomatous polyposis

Barut, Figen | Kandemir, Onak Nilüfer | Karakaya, Kemal | Kökten, Neslihan | Özdamar, Şükrü Oğuz

Article | 2011 | Turkish Journal of Gastroenterology22 ( 3 ) , pp.324 - 328

Multifokal ve atlamalı tutulum, primer gastrointestinal lenfomalar için oldukça nadir görülen bir gelişim paternidir. Klinik ve makroskopik özellikleriyle Crohn hastalığını taklit eden kaldırım taşı görünümü ile dikkat çeken bir ince barsağın multifokal diffüz büyük B hücreli lenfoma olgusu, klinik ve patolojik özellikleri ile beraber sunulmuştur. 25 yaşındaki erkek olgunun jejunoileal rezeksiyon materyalinde, arada sağlam görünümde mukoza alanları izlenen, en büyüğü 2,5 cm çapında olan, ülsere, serozayı da infiltre eden polipoid görünümde multipl lezyonlar izlendi. Mikroskopik incelemede, belirgin nükleollü, veziküler nükleuslu, ge . . .niş eozinofilik sitoplazmalı, pleomorfik, atipik karakterde lenfoid hücrelerden oluşmuş tümöral infiltrasyon gözlendi. Bu atipik hücrelerde vimentin, LCA, CD20, CD79a ile B hücre fenotipinde immün reaksiyon izlendi. Olguya, diffüz büyük B hücreli lenfoma tanısı verildi. Crohn hastalığı belirti ve bulguları ile başvuran hastalarda nadir de olsa bu antitenin olabileceği vurgulanmıştır. Multifocal and skip involvement is quite a rare developmental pattern for primary gastrointestinal lymphomas. A 25-year-old male patient with diffuse large B-cell lymphoma of the small intestine, with macroscopic features and clinical aspects imitating Crohn’s disease and attracting attention with cobblestone-like appearance, is presented herein together with the clinical and pathological features. Multiple ulcerated lesions were also observed infiltrating the serosa with polypoid appearance, 2.5 cm in largest diameter, within the resected jejunoileal specimen, which displayed patchy, healthy-appearing mucosal areas. In microscopic examination, a tumoral infiltration was observed comprised of pleomorphic, atypical lymphoid cells with abundant eosinophilic cytoplasm, marked nucleoli and vesicular nuclei. A B-cell phenotype immunoreaction was observed by vimentin, LCA, CD20, and CD79a in those atypical cells. The diagnosis of the case was diffuse large B-cell lymphoma.The possibility of the presence of this disorder, although rare, is emphasized here for patients applying to the hospital with the signs and symptoms of Crohn’s disease Daha fazlası Daha az

Kateter kaynaklı Bacillus cereus bakteriyemisi olgusu ve izolatlar arasındaki klonal ilişkinin PFGE ile araştırılması

Mengeloğlu, Fırat Zafer | Terzi, H. Agah | Bilici, Muammer

Article | 2011 | Dicle Tıp Dergisi38 ( 3 ) , pp.358 - 360

Bacillus cereus, hareketli, endospor oluşturabilen Gram pozitif fakültatif aerop basil olup, besin zehirlenmesi, endokardit, bakteriyemi ve sepsis gibi enfeksiyonlara neden olmaktadır. Olgumuzda, 57 yaşında akut myeloid lösemi tanılı, kemik iliği nakli olmuş, kemoterapi almakta olan bayan hasta yüksek ateş şikayetiyle başvurduğu dahiliye kliniğinde nötropenik ateş ve pnömoni öntanılarıyla yatırıldı. Periferik kan kültürlerinde Bacillus cereus üremesi üzerine kateterle eş zamanlı kan kültürleri yapıldı. Kültürlerde B.cereus üremesi tekrar eden hastada kateter kaynaklı bakteriyemi tanısı konularak antibiyotik tedavisi genişletildi. Te . . .davi sonrasında kateter kan kültürleri dışında üremesi görülmeyen hastanın genel durumunun düzeldiği ve ateşinin düştüğü gözlendi. Üç ayrı zamanda alınan kültürlerde üreyen B.cereus izolatları arasında klonal ilişkinin araştırılması amacıyla Pulsed- field jel elektroforezi yapıldı ve izolatların aynı klon olduğu görüldü. Kan kültürlerinde Bacillus türlerinin üremesi genellikle kontaminasyon olasılığını düşündürmekte olduğundan bazı klinik laboratuvarlar tür düzeyinde identifikasyon yapmamaktadır. Fakat izole edilen tür enfeksiyon etkeni olabileceğinden, bu yaklaşım hasta için zaman kaybına ve gerekli tedavinin gecikmesine neden olabilir. Bu durumlarda kan kültürü tekrarının istenmesi, hastanın immün sistem durumu ve klinik tablosu göz önünde bulundurularak tür tayininin yapılıp yapılmamasına karar vermek gerekmektedir. Bacillus cereus is a motile and spore-forming Gram positive rod and is a microorganism species which cause infections such as food poisoning, endocarditis, bacteremia sepsis. In our case; 57 years old, acute myeloid leukemia diagnosed female patient who had bone narrow transplantation and getting chemotherapy was interned with prediagnosis of neutropenic fever and pneumonia in internal medicine clinics which she admitted with high fever. Since B.cereus growth in peripheral vein blood cultures, catheter blood cultures was performed simultaneously. B.cereus growth repeated in the cultures so catheter caused bacteremia was considered as the diagnosis and antibiotherapy was expanded. After treatment, no growth was observed except catheter blood cultures, general condition of the patient improved and her fever disappeared. Pulsed-field gel electrophoresis was performed in order to investigate the clonal relatedness between B.cereus isolates which were grown in three cultures of separate times and isolates were observed as the same clone. Blood cultures yielded B.cereus are usually considered the possibility of contamination so some clinical laboratories do not perform identification at species level. But the species which is isolated may be the cause of infection, so this approach may be time-consuming for the patient and cause a delay in necessary treatment. In such cases; repeat blood culture should be requested and a decision should be done whether to perform species identification according to the patient’s immune system condition and clinical presentation Daha fazlası Daha az

Trends in Turkish mathematics education research: From 1998 to 2007

Baki, Adnan | Güven, Bülent | Karataş, İlhan | Akkan, Yaşar | Çakıroğlu, Ünal

Other | 2011 | Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi2011 ( 40 ) , pp.57 - 68

Bu çalışmanın amacı, Matematik Eğitiminde Türkiye'de tamamlanan yüksek lisans ve doktora çalışmalarındaki eğilimi belirlemektir. Bu amaç doğrultusunda YOK'deki Ulusal Tez Merkezi, Proquest veri tabanı ve Üniversitelerin kütüphaneleri taranarak toplam 284 yüksek lisans ve doktora tezi incelenmiştir. Döküman analizi sonucunda araştırma problemi matematik öğretimi olan tez sayısının diğer araştırma konularına göre oldukça fazla olduğu ortaya çıkmıştır ve bu problem üzerine yapılan tezlerin sayısında artış olduğu görülmektedir. Ayrıca matematik eğitimi araştırmacıları tarafından en çok tercih edilen araştırma tasarımı ise deneysel tasar . . .ım ve en çok tercih edilen veri toplama aracının ise anket ve başarı testleri olduğu belirlenmiştir. Araştırmacılar örneklem olarak çoğunlukla 6., 7. ve 8. sınıf öğrencilerini tercih etmişlerdir. The aim of the study is to determine trends in Turkish Mathematics Education on the basis of both master and doctoral theses involved. The researchers reviewed the online databases of the Higher Education Council and Proquest as well as the library of each university and examined 284 graduate theses in regard to research topic, research methods, data collection and sample. The document analysis has pointed out that the number of the thesises focusing research problem on teaching mathematics is quite high when compared with the other thesis focused different research topics and it is seen an increase in the number of the thesises written around that problem. In addition, it was determined that the most preferable research design by mathematics education researchers was experimental design and the most preferable data collection instruments were questionnaires and achievement tests. Within this process, researchers mostly preferred working on the 6th, 7th and 8th grade students Daha fazlası Daha az

Unsedated small caliber esophagogastroduodenoscopy: Can we trust this technique?

Üstündağ, Yücel | Sarıtaş, Ülkü | Ponchon, Thierry

Article | 2011 | Turkish Journal of Gastroenterology22 ( 3 ) , pp.237 - 242

Küçük çaplı endoskoplar gastrointestinal endoskopinin müthiş teknolojik gelişiminin en iyi örneklerinden biridir. ilk olarak pediatrik yaş grubu için 1970’li yıllarda tasarlanmışken, günümüzdeki küçük çaplı videoendoskoplar, sedasyonsuz transnazal gastrointestinal endoskopi için 1994’den sonra kullanılmışlardır. Günümüzde, sedasyonsuz endoskopi bu cihazları kullanarak transoral veya transnazal olarak, olguların %90’ında başarıyla uygulanabilmektedir. Büyük serili çalışmalar, küçük çaplı endoskopinin uygulanması mümkün, güvenli ve iyi tolere edilen bir işlem olduğunu göstermiştir. Küçük çaplı endoskoplar, daha az öğürme refleksi veya . . . boğulma hissi uyandırdıkları için, sedasyon ihtiyacını ortadan kaldırarak, gastrointestinal endoskopinin potansiyel risklerini azaltmaktadırlar. Ayrıca, küçük çaplı endoskopi ile gastrointestinal endoskopi, özellikle yaşlı, yatağa bağımlı bireylerde, standart konvansiyonel endoskoplara göre daha az sempatetik sistem aktivasyonu ve daha az oksijen desatürasyonuna neden olmaktadır. Bununla beraber, küçük çaplı endoskopinin maliyet etkinlik analizinde bir görüş birliği olamamıştır. Standart endoskopi ile aynı endikasyonları olmasına rağmen, küçük çaplı endoskopi gastrointestinal darlığı olan olgularda tercih edilmektedirler. Daha az sıklıkla olan endikasyonlar, transnazal endoskopik retrograd kolanjiografi ve postpilorik beslenme tüpü yerleştirilmesidir. Küçük çaplı endoskopi ile özofagogastroduodenoskopi işlem uygulaması kolaydır ve genel olarak bu işlem için daha fazla eğitime gerek olmamaktadır. Bununla beraber, cihazların ek maliyeti, bazı medikolegal ve teknik durumlar, bu işlemin Japonya ve Fransa hariç olmak üzere bir çok ülkede popüler olamamasına neden olmuştur. Ancak, bu teknik hakkında bilgi paylaşımı ve bu cihazların potansiyel faydalarının vurgulanması, Türkiye dahil olmak üzere bir çok ülkede daha yaygı n kullanımına yardımcı olabilecektir. inanıyoruz ki, gastrointestinal endoskopi için küçük çaplı endoskopların günlük gastrointestinal endoskopi pratiğinde rutin kullanılması, bir çok ülke için çok uzak gözükmemektedir. Small caliber endoscopes are one of the best examples of fantastic technological advancements in gastrointestinal endoscopy. First designed for pediatric patients in the 1970s, current small caliber videoendoscopes were used for unsedated transnasal gastrointestinal endoscopy after 1994. Nowadays, unsedated endoscopy can be successfully done using small caliber endoscopes via transoral or transnasal route in nearly 90% of cases. Several large studies have shown that small caliber endoscopy is feasible, safe and well-tolerated. These devices can decrease the potential risks of upper gastrointestinal endoscopy by eliminating the need for sedation since these ultrathin endoscopes induce much less gag reflex or choking sensation in patients. Moreover, gastrointestinal endoscopy with small caliber endoscopes results in less sympathetic system activation as well as less oxygen desaturation compared to standard endoscopy, especially in aged, severely ill, bedridden patients. Nevertheless, there is no overall consensus on its cost effectiveness. Though indications are similar with standard endoscopy, small caliber endoscopy can be preferred in patients with gastrointestinal stenosis. Less common indications include transnasal endoscopic retrograde cholangiography and postpyloric feeding tube insertion. The esophagogastroduodenoscopy procedure with small caliber endoscopes is easy to perform, and there is generally no need for further training for this technique. However, the additional cost of equipment and some medicolegal and technical issues have resulted in the unpopularity of small caliber endoscopy in most countries other than France and Japan. However, sharing information about this technique and stressing its potential advantages can help in its widespread use in various countries including Turkey. We believe that routine use of small caliber endoscopes during daily gastrointestinal endoscopy practice is not far away in many countries Daha fazlası Daha az

Effects of acute carbon monoxide poisoning on the P-wave and QT interval dispersions

Hancı, Volkan | Ayoğlu, Hilal | Yurtlu, Serhan | Yıldırım, Nesligül | Okyay, Dilek | Erdoğan, Gülay | Abduşoğlu, Mustafa

Other | 2011 | Anadolu Kardiyoloji Dergisi11 ( 1 ) , pp.48 - 52

Amaç: Çalışmamızın amacı, akut karbonmonoksit (CO) zehirlenmesi olan hastalarda atriyal ileti ve ventriküler repolarizasyon homojenlik bozukluklarını P dalga dispersiyonu (PDD), ve QT dispersiyonu (QTd) aracılığı ile araştırılmasıdır. Yöntemler: Retrospektif ve vaka-kontrollü olarak planlanan çalışmamıza, 30 akut CO zehirlenmesi olgusu ile (Grup ACOP), 30 sağlıklı olgu (Grup C) dâhil edildi. Grup ACOP'da acil servise başvuru anında çekilmiş standart 12 derivasyonlu elektrokardiyografi (EKG) kayıtları değerlendirildi. EKG kayıtlarından PDD, QT aralığı, QTd süreleri belirlendi. Düzeltilmiş QT aralığı (QTc) ve QTc dispersiyonu (QTcd) s . . .üreleri Bazett formülü kullanılarak belirlendi. Grup ACOP'da ve Grup C'de EKG kaydı ile eş zamanlı olarak alınmış kan örneklerinden serum elektrolit değeri ile Grup ACOP'da COHb değerleri belirlendi. İstatistik analiz için bağımsız örneklerde t ve Ki-kare testleri kullanıldı. Bulgular: Gruplar arasında yaş, cinsiyet dağılımları, antropometrik ölçümleri, serum elektrolit düzeyleri PR ve QT süreleri açısından anlamlı farklılık yoktu. Grup ACOP’da PDD (56.33±17.11 msn’ye karşın 28.33±11.16 msn, Daha fazlası Daha az

Evaluation of respiratory symptoms in workers of a rubber factory

Demir, Ayşe Semra Akça | Demircan, Nejat | Kart, Levent | Altın, Remzi

Article | 2011 | European Journal of General Medicine8 ( 4 ) , pp.302 - 307

Amaç: Kauçuk fabrikası işçilerdeki mesleksel maruziyetin, solunum sistemine etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Metod: Kauçuk fabrikasında çalışan 141 işçinin; anamnez ve fizik muayene sonrası solunum fonksiyon testleri (SFT) değerlendirildi. Bunların sonuçlarına göre astım düşünülen bireylere Peak Expiratory Flow (PEF) takibi ve cilt Prick Testi uygulandı. Bulgular:İşçilerin 116 (%82.3) erkek ve 25 (%17.7) kadındı. Maruziyetin yüksek ve daha az olduğu grup karşılaştırıldığında FEV1/FVC ve FEF2575(%)’deki düşüklük istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p

Genel cerrahlar tarafından yapılan özefagogastroskopilerde endoskopik tanı ve patolojik tanı uyumluluğu

İrkörücü, Okay | Gültekin, Ayça Fatma | Uçan, Bülent Hamdi | Karadeniz, Çakçak Güldeniz | Sümer, Demet | Cömert, Mustafa | Özdamar, Şükrü Oğuz

Article | 2011 | Haseki Tıp Bülteni49 ( 1 ) , pp.26 - 29

Amaç: Çalışmanın amacı genel cerrah-endoskopistler tarafından gerçekleştirilen özefagogastroduodoneskopilerde (ÖGD) kognitif yeterliliğin endoskopik tanı ve patolojik tanıyla karşılaştırılarak değerlendirilmesidir. Yöntemler: Veriler, Eylül 2008 ve Mart 2010 tarihleri arasında Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Endoskopi Ünitesinde çalışan 2 endoskopist-genel cerrah (Ol, FAG) tarafından gerçekleştirilen 257 ÖGD işleminin ve patoloji raporlarının retrospektif olarak incelenmesi ile elde edilmiştir. Endoskopi ve patoloji raporları hastane bilgi işletim sisteminden elde edilmiştir. Bulgular: iki yüz elli y . . .edi ÖGD işleminden 217'si değerlendirilmiştir. Hastaların %36'sı erkek ve %64'ü kadındı. Ortalama yaş 51 yıl olup, 24 ile 78 yaş arasında değişim gösterdiği gözlendi. Yapılan endoskopik incelemelerde hastaların %78'inde (n=168) gastrit (antral-pangastrit) ile uyumlu görüntü, %11'inde (n=25) malign patolojiyi düşündüren görüntü tespit edilmiştir. Histopatolojik inceleme sonrası gastrit olduğu düşünülen 168 hastanın 142'sinde patolojik tanı, kronik gastrit, kronik-aktif gastrit şeklinde gelmiştir. Cerrahların endoskopideki anormal bulguları %86 oranında yakaladıkları tespit edilmiştir. Endoskopik tanılar ile patolojik veriler arasındaki uyum değerlendirildiğinde, endoskopistlerin ÖGD'deki görüntüye göre malign lezyonları değerlendirmede %80 oranında pozitif prediktif ve %100 oranında da negatif prediktif değere sahip oldukları tespit edilmiştir. Helicobacter pylori pozitif gastrik mukozal patern endoskopist cerrahlar tarafından tanınmış ve kronik gastrit veya kronik-aktif gastrit tanısı olan hastaların %67'de (n=112) H. pylori nin pozitif olduğu görülmüştür. Bulgular: Endoskopik ve patolojik tanı arasındaki uyum göz önüne alındığında; endoskopik-cerrahlar ÖGD bulgularını uygun bir şekilde değerlendirerek doğru tanı koyabilmektedirler. (Haseki Tıp Bülteni 2011;49:26-9) Aim: The aim of this study is to evaluate cognitive competence of surgeon-endoscopists in esophagogastroduodenoscopy (EGD) by comparison between endoscopic and pathologic diagnosis. Methods: This study is a retrospective chart review of 257 EGDs performed between September 2008 and March 2010 by two attending surgeons (Ol, FAG) at the Zonguldak Karaelmas University, Medical Faculty, Department of General Surgery. Cognitive competence was examined by comparison between endoscopic and histopathological diagnosis. Endoscopic and pathologic reports were collected from the hospital database. Results: 217 of 257 EGDs were evaluated. Demographic data of the patients showed that 36% were male and 64% were female. The mean age was 51 years with a range of 24 to 78 years. Endoscopic diagnosis was gastritis in 78% of patients (n=168) and suspicion of malignancy in 11% (n=25). After histopathologic examination, 142 out of 168 patients with endoscopically suspected gastritis were diagnosed as having chronic gastritis or chronic-active gastritis. Surgeons were able to identify an abnormality with a detection rate of 86%. Surgeon-endoscopists had 80% positive predictive and 100% negative predictive value for malignancy according to EGD findings. H. pylori-positive gastric mucosal pattern was accurately identified by surgeons, and the infection was found in 67% (n=112) of patients with chronic gastritis or chronic-active gastritis. Conclusion: Taking into consideration the good agreement observed between endoscopic and pathologic findings in our study, we may conclude that surgeon-endoscopists with high cognitive competence in EGD may establish accurate diagnosis. (The Medical Bulletin of Haseki 2011; 49:26-9) Key Words: Esophagogastroduodenoscopy, cognitive competence, general surgeo Daha fazlası Daha az

Öğretmen adaylarının amaç yönelimleri ile yapılandırmacılığa yönelik görüşlerinin incelenmesi

Arslan, Ali

Other | 2011 | Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi30 ( 1 ) , pp.107 - 122

Bu çalışmanın amacı öğretmen adaylarının amaç yönelimleri ile yapılandırmacılığa ilişkin görüşleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Çalışma, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Ereğli Eğitim fakültesinde okuyan 149 öğretmen adayına uygulanmıştır. Çalışma 2009-2010 öğretim yılı güz döneminde yapılmıştır. Veriler başarı amaç yönelimi ve yapılandırmacılığa yönelik görüş ölçeği ile toplanmıştır. Çalışmanın sonunda öğretmen adaylarının amaç yönelimlerinin ve yapılandırmacılığa ilişkin görüşlerinin okumuş oldukları bölüme göre değişmediği, öğrenme yönelimi ile yapılandırmacılığa ilişkin görüşleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu sapta . . .nmıştır. The purpose of this study is to elicit the relationship between achievement goal orientations and the opinions of pre-service teachers about constructivism. The study was conducted on 149 pre-service teachers in Zonguldak Karaelmas University Ereğli Education Faculty. The data were gathered with the help of an achievement goal orientation scale and a constructivist approach opinion scale in 2009-2010 fall term. At the end of the study it was found out that there was not a relationship between the students' major and their opinions of the constructivist approach, while there was a significant relationship between their task goal orientations and opinions of the constructivist approach Daha fazlası Daha az

Türkiye'de 6 ay-14 yaş arası çocuklarda karşılaşılan tedavi edilmemiş kalça çıkığı sıklığı

Songür, Murat | Akel, İbrahim | Karahan, Sevilay | Kuzgun, Ünal | Tümer, Yücel

Article | 2011 | Acta Orthopaedica et Traumatologica Turcica45 ( 4 ) , pp.215 - 220

Amaç: Çalışmamızda ülkemizdeki tedavi edilmemiş kalça çıkığı ve subluksasyon sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma planı: Ülke genelinde 23 ilden, 6 ay-14 yaş arası 4,947 çocuğa ait, ortopedi dışı neden-lerle çekilmiş kalça grafileri istendi. Gelen grafilerden çalışma kriterlerine uygun olan 3,723'ü değerlendirmeye alındı. Çıkık ve sublukse kalçalar Perkin kadranı baz alınarak femur başıyla olan ilişkilerine göre tanımlandı. Bulgular: Yirmi iki çocuğun 35 kalçasının çıkık veya sublukse olduğu görüldü. Sıklık oranı %o5.9 oranında hesaplandı. Çıkarımlar: Ülkemizde, kalça çıkığı ve subluksasyon sıklığı, daha önce yapılmış sını . . .rlı bölge çalışmalarına göre azalmış gibi görünse de, hala ciddi oranda yüksek seyretmektedir. Yenidoğanlarda tarama çalışmalarının organize bir hale getirilip, Gelişimsel kalça displazisinin etiyolojisindeki çevresel faktörlerin engellenmesi için daha yaygın önlemler alınmalıdır. Objective: In this study, our aim was to determine the prevalence of untreated hip dislocation and subluxation in Turkey. Methods: Pelvic radiographs of 4,947 children, aged between 6 months and 14 years, taken for non-orthopedic purposes were requested from 23 provinces around the country. 3,723 radi ographs met the study criteria and were evaluated. Dislocated and subluxated hips were identi fied according to the relationship of femoral head using Perkin’s line and quadrants. Results: Thirty-five hips in 22 children were found to be dislocated or subluxated. The preva lence rate was calculated as 5.9‰. Conclusion: Despite appearing to have decreased when compared to limited regional prevalence studies, hip dislocation and subluxation prevalence is still unacceptably high. More extensile work should be done to avoid external factors in the etiology of developmental dysplasia of the hip and to organize screening programs in newborns Daha fazlası Daha az

Batı Karadeniz bölgesinde alerjik kontakt dermatitli olgularda yama testi sonuçları: Beş yıllık retrospektif çalışma

Koca, Rafet | Altınyazar, Cevdet | Solak, Nilgün Tekin | Çınar, Saniye | Ceylan, Sibel | Sezer, Tuna

Article | 2011 | Türkderm-Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi45 ( 4 ) , pp.198 - 202

Amaç: Bu retrospektif araştırmada alerjik kontakt dermatit (AKD) tanısı ile takip edilen 304 olgunun Avrupa Standart Seri ile uygulanan yama testi sonuçları değerlendirildi. Çalışmanın amacı AKD tanılı olgularda farklı duyarlandırıcalara karşı pozitif reaksiyonların sıklığını bulmak, cins ve yaş farklılıklarını tespit etmek idi. Gereç ve Yöntem: Kliniğimize Ocak 2003-Aralık 2008 tarihleri arasında başvuran, AKD düşünülerek 22 maddelik Avrupa Standart Serisi ile yama testi uygulanan 195’i (%64,1) kadın, 109’u (%35,9) erkek toplam 304 olgu değerlendirildi. Test sonuçları uygulamadan 48 ve 72 saat sonra Uluslararası Kontakt Dermatit Ar . . .aştırma Grubu’nun önerisine göre okundu. Bulgular: Alerjik kontakt dermatit lezyonları en sık ellerde (%65,5) saptandı. Doksan beş olguda (%31,3) bir veya daha fazla maddeye karşı pozitif reaksiyon elde edildi. En sık duyarlandırıcının nikel sülfat (%14,8) olduğu, bunu kobalt klorid (%9,2), potasyum dikromat (%6,6), peru balsamı (%3,6), koku karışımı (%3,3), merkaptobenzotiazol (%3) ve kolofoninin (%2,3) takip ettiği görüldü. Nikel sülfat ile pozitif reaksiyon veren olgular çoğunlukla genç yaş grubundaki kadınlardı. Formaldehit ile hiçbir olguda pozitif reaksiyon görülmezken, lanolin, merkapto karışımı, epoksi reçinesi, paraben karışımı ve kuaterniyum-15 gibi maddeler nadir alerjen olarak saptandı. Pozitif reaksiyon veren olguların %51,6’sında sorumlu alerjen Avrupa Standart Serisi kullanılarak bulundu. Sonuç: Bu araştırma ülkemizde olduğu gibi bölgemizde de metal ve koku karışımına bağlı duyarlanma oranının halen yüksek ve genel olarak kadınlarda erkeklerden daha fazla olduğunu göstermesine rağmen, olgu sayısının fazla olduğu çok merkezli prospektif araştırmalar ülkemizde Avrupa Standart Serisinin yeterliliğini daha iyi ortaya koyacaktır. (Türk derm 2011; 45: 198-202) Background and Design: In this retrospective study, patch test results of 304 patients with allergic contact dermatitis (ACD), who were tested with the European Standard Series, were evaluated. The aim of the study was to determine the frequency of positive reactions to different sensitizers in patients with ACD and to identify sex and age differences. Material and Method: We evaluated a total of 304 patients (195 (64.1%) female and 109 (35.9%) male) who applied to our clinic between the period of January 2003 and December 2008 and who were tested with patch test with the consideration of ACD. Patch test results were assessed according to the International Contact Dermatitis Research Group at 48 and 72 hours after initial application. Results: Lesions of ACD were found to be most frequent on the hands (65.5%). A total of 95 (31.3%) patients had one or more positive patch test reactions. The most common allergens were nickel sulfate (14.8%) followed by cobalt chloride (9.2%), potassium dichromate (6.6%), balsam of Peru (3.6%), fragrance mix (3.3%), mercaptobenzothiazole (3%) and colophonium (2.3%). Positive reactions to nickel sulfate were more common among women, especially those in younger group. Frequency of contact allergy to lanolin, mercapto mix, epoxy resin, paraben mix and quaternium-15 were relatively low, while no positive reaction was obtained to formaldehyde in any case. In 51.6% of patients with positive reaction, the responsible allergen was detected by testing with the European Standard Series. Conclusion: Although this study shows that sensitization rate to metals and fragrance are still high in our region, as well as in our country, and are more frequent in females than in males, future prospective multicenter studies with large number of patients would point out the adequacy of the European Standard Series in our country. (Turk derm 2011; 45: 198-202 Daha fazlası Daha az


6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.


Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.