Filtreler
Filtreler
Bulunan: 45 Adet 0.001 sn
Koleksiyon [13]
Tam Metin [2]
Yayın Türü [3]
Yazar [19]
Yayın Yılı [9]
Konu Başlıkları [20]
Yayıncı [4]
Yayın Dili [2]
Dergi Adı [20]
Araştırmacılar
Yayınlar
Pankreasın seröz kistadenomu (Mikrokistik adenom): Olgu sunumu

Doğan, Gün Banu | Bahadır, Burak | Kökten, Neslihan | Uçan, Bülent Hamdi | Özdamar, Şükrü Oğuz

Makale | 2006 | Akademik Gastroenteroloji Dergisi5 ( 2 ) , pp.130 - 133

Uterusun malign mikst müllerian tümörü: Olgu sunumu

Bektaş, Sibel | Bahadır, Burak | Barut, Figen | Gökçe, Havva | Bayar, Ülkü | Gün, Doğan Banu | Özdamar, Şükrü Oğuz

Makale | 2008 | Türk Patoloji Dergisi24 ( 1 ) , pp.59 - 63

Malign mikst müllerian tümör, epitelyal ve stromal elemanlara diferansiye olan müllerian mezodermden köken alan nadir bir neoplazidir. Bu olgu sunumunda uterusun malign mikst müllerian tümörünün klinik, histopatolojik ve immünhistokimyasal özellikleri ile tanısal güçlükleri tartışılmıştır. Pelvik ağrı ve postmenopozal kanama şikayeti ile başvuran 53 yaşındaki kadın olguya uygulanan bilgisayarlı tomografide, 8x5 cm boyutlarında intrauterin kitle saptanmıştır. Küretaj materyalinin “yüksek dereceli stromal sarkom” tanısı alması üzerine, hastaya total abdominal histerektomi, bilateral salpingo-ooforektomi ve omentektomi uygulanmıştır. H . . .istopatolojik incelemede, “yüksek dereceli stromal sarkom” ile birlikte “skuamöz hücreli karsinom” varlığı izlenmiştir. Ek olarak, tümörün komşuluğunda adenomiyozis alanları gözlenmiştir. İmmünhistokimyasal olarak malign stromal hücreler vimentin, düz kas aktini ve miyoglobin ile diffüz, CD10 ve S100 protein ile fokal reaksiyon göstermiştir. Malign epitelyal hücreler ise epitelyal membran antijeni, pankeratin (AE1/AE3) ve vimentin ile diffüz, HCG ile fokal immünreaksiyon vermiştir. Olgu, serviks ve tek taraflı over invazyonu gösteren uterin malign mikst müllerian tümör (karsinosarkom) tanısı almıştır. Hastamız tanı aldıktan bir hafta sonra, böbrek yetmezliği nedeniyle eksitus olmuştur. Bu olgu, tümörün malign epitelyal bileşeninde fokal koryokarsinomatöz diferansiyasyon göstergesi sayılabilecek fokal HCG reaksiyonu izlenmesi açısından nadir bir olgudur. Adenomiyozis ile malign mikst müllerian tümör arasındaki olası ilişki değerlendirilmiştir. Malignant mixed mullerian tumor is a rare neoplasm and derives from mullerian mesoderm that differentiates in epithelial and stromal elements. In this case report, pathological and immunohistochemical profile and diagnostic difficulties in malignant mixed mullerian tumor of the uterus were discussed. The case is a 53-year- old patient who complained of pelvic pain and postmenopausal genital bleeding. Computerized tomography was revealed an intrauterine mass measuring 8x5 cm. After the evaluation of the curettage material that was diagnosed as high grade stromal sarcoma; total abdominal hysterectomy, bilateral salpingo-oophorectomy and omentectomy were performed. Histopathologically, the tumor contained squamous cell carcinoma admixed with high grade stromal sarcoma. Additionaly, areas of adenomyosis in the neighbouring of the tumor were noted. Immunohistochemically, malignant stromal cells exhibited diffuse vimentin, smooth muscle actin, myoglobin and focal CD10 and S100 protein positivity. Malignant epithelial cells revealed diffuse positive reaction for epithelial membrane antigen, pancytokeratin (AE1/AE3), vimentin and focal reaction for HCG. A diagnosis of uterin malignant mixed mullerian tumor (carcinosarcoma) with unilateral ovarian and cervix invasion was made. The patient died one week after the pathologic diagnosis because of renal failure. This case is an interesting example of the focal HCG positivity in the malignant epithelial component of the tumor that may represent focal choriocarcinomatous differentiation. Potential relationship between malignant mixed mullerian tumor and adenomyosis was evaluated Daha fazlası Daha az

Göz kapağı ve konjonktivanın tümörleri ve tümör benzeri lezyonları

Kandemir, Nilüfer Onak | Barut, Figen | Bektaş, Sibel | Gün, Doğan Banu | Bahadır, Burak | Yurdakan, Gamze | Özdamar, Şükrü Oğuz

Diğer | 2009 | Türk Patoloji Dergisi25 ( 3 ) , pp.112 - 117

Amaç: Deri, mukoza ve stromal destek dokudan oluşan göz kapağı ve konjonktiva çok çeşitli patolojilerin gelişebildiği bir bölgedir. Bu bölge lezyonlarının histopatolojik tanısı, seçilecek tedavinin planlanması ve görme fonksiyonlarının korunması açısından önemlidir. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmada; 2003-2008 yılları arasında Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı'nda tanı alan, göz kapağının ve konjonktival bölgenin neoplastik lezyonları tekrar gözden geçirilerek histopatolojik özellikler incelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya toplam 127 olgu dahil edilmiştir. Serimizde olguların %84,2'sini göz kapağı lez . . .yonları oluşturmaktadır. Bu bölge lezyonlarının %69,1'i benign lezyonlar olup, %30,9'u malign neoplazmlardan oluşmaktadır. Konjonktival bölge lezyonlarının oranı %15,8'dir. Konjonktival bölge lezyonlarının %95'i benign lezyonlardan oluşmakta olup, malign neoplazilerin oranı %5'tir. Göz kapağında en sık görülen benign lezyon skuamöz papillom (%20,3), en sık görülen malignite ise bazal hücreli karsinomdur (%57,6). Konjonktival bölgede ise en sık görülen benign lezyon melanositik nevüs (%57,9) olup, malign neoplazm olarak yalnızca 1 olguda in situ skuamöz hücreli karsinom saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmada periorbital bölge lezyonlarının temel histopatolojik analizi yapılmıştır. Göz kapağı ve konjonktivada malign lezyonlar olarak en sık bazal ve skuamöz hücreli karsinomların saptanması dikkati çekmiştir. Objective: Eyelids and conjunctiva, which are composed of cutaneous, mucosal and stromal tissues, may develop various pathologies. Histopathological diagnosis of the lesions located in these anatomical regions is crucial for determining the optimal therapeutic modality and protection of ocular functions. Material and Methods: In this retrospective study, the clinical and histopathological features of neoplastic lesions located on the eyelids and the conjunctiva diagnosed at the Department of Pathology in Karaelmas University Faculty of Medicine between the years of 2003 and 2008 were reviewed and evaluated. Results: A total of 127 cases were included to the study. 84,2% of the lesions in our case series were located on the eyelids. 69,1% and 30,9% of these eyelid lesions were benign and malignant, respectively. 15,8% of the lesions were conjunctival. 95% of the conjunctival lesions were benign, while 5% were malignant. The most common benign lesions of the eyelids were squamous papillomas (20,3%), while the most commonly observed malignant neoplasm was basal cell carcinoma (57,6%). Most of the benign conjunctival lesions were melanocytic nevi (57,9%), while only one case was diagnosed as in situ squamous cell carcinoma. Conclusion: Basic histopathological analyses of the periorbital lesions were performed in this study. The most commonly encountered malignant lesions of the eyelids and conjunctiva were basal and squamous cell carcinomas Daha fazlası Daha az

Her-2/Neu, estrogen and progesterone receptor expression in WHO Grade I meningiomas

Kandemir, Onak Nilüfer | Gül, Ege Aylin | Gün, Doğan Banu | Karadayı, Nimet | Yurdakan, Gamze | Özdamar, Şükrü Oğuz

Makale | 2010 | Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Derg.(YA. Balkan Medical Journal27 ( 3 ) , pp.292 - 296

Amaç: Meningiomlar genellikle benign davranış gösteren, sıklıkla progesteron reseptörü (PR), seyrek olarak da östrojen reseptörü (ER) eksprese eden santral sinir sistemi neoplazileridir. Meningiomlarda Her-2/neu ekspresyonunun önemi henüz aydınlatılamamıştır. Bu çalışmada, WHO grade I meningiomlarda Her-2/neu, PR ve ER ekspresyonları ile klinikopatolojik parametreler arasındaki ilişki araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya toplam 53 meningiom olgusu dahil edildi. Formalinde fikse edilen, parafine gömülmüş doku kesitlerinde Her-2/neu, PR ve ER immünboyaması gerçekleştirildi. Bulgular: Meningiomların 27'sinde (%50.9) PR pozitiv . . .itesi saptanırken, ER ile reaksiyon saptanmadı. On iki olguda (%22.6) Her-2/neu overekspresyonu belirlendi. Her-2/neu ile PR ekspresyonu arasında pozitif korelasyon saptandı (p=0.015). Her-2/neu ekspresyonu meningotelyal tipte daha sık olarak izlendi (p=0.03). Her-2/neu, ER, PR ve diğer klinikopatolojik parametreler arasında ilişki saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızın sonuçları grade I meningiomlarda PR ekspresyonunun sıklığına karşın, ER ekspresyonunun nadir bir bulgu olduğunu gösterdi. Ek olarak, Her-2/ neu ekspresyonunun PR pozitif ve meningotelyal tipte daha sık görüldüğü saptandı. Objectives: Meningiomas are generally benign central nervous system neoplasms, which frequently express progesterone receptor (PR) and rarely express the estrogen receptor (ER). The significance of Her-2/neu expression in meningiomas is unclear. We evaluated the correlation with Her-2/neu, PR, ER expressions and clinicopathologic parameters in World Health Organization (WHO) Grade I meningiomas. Patients and Methods: In total, 53 cases of meningiomas were included in this study. Formaline-fixed, paraffin-embedded tissue sections were immunostained for Her-2/neu, PR and ER. Results: Whereas 27 (50.9%) of meningiomas were positive for PR, no reaction was determined for ER. Her-2/neu overexpression was observed in 12 (22.6%) cases. There was positive correlation between Her-2/ neu and PR expressions (p=0.015). Her-2/neu expression was frequently seen in meningothelial type (p=0.03). There were no correlations with Her-2/neu, ER, PR and other clinicopathologic parameters. Conclusion: The results of our study show that despite there being PR expression at a high rate in grade I meningiomas, ER expression is a rare finding. Moreover, Her-2/neu expression has been detected more often in the PR positive and meningothelial type Daha fazlası Daha az

Safra kesesinde metaplazi, displazi ve karsinom dizgesi

Bahadır, Burak | Gün, Doğan Banu | Çolak, Sacide | Kertiş, Gürkan | Cömert, Mustafa | Özdamar, Şükrü Oğuz

Makale | 2007 | Akademik Gastroenteroloji Dergisi6 ( 1 ) , pp.25 - 29

Safra kesesinde çoğunlukla safra taşı varlığı ve kronik inflamasyonla ilişkili olarak görülen metaplastik değişiklikler karsinomatöz dönüşüm sürecindeki premalign lezyonların temsilcisi olabilirler. Bunun ötesinde olası bir metaplazi, displazi, karsinom zincirinin varlığı safra kesesi karsinomlarının gelişiminde önem taşıyabilir. Gereç ve yöntem: Çalışmamızda Mayıs 2001 ile Kasım 2006 tarihleri arasında Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde kronik kolesistit tanı sı ile izlenen ve kolesistektomi uygulanan 121 erkek ve 230 kadın hastanı n toplam 351 safra kesesi materyaline ait preparatlar metaplazi, displazi, karsinoma . . .in situ ve karsinom açısından tekrar değerlendirilmiştir. Bulgular: Saf antral tip metaplazi 81 olgu ile en sık görülen metaplazi tipi iken, 18 olguda intestinal metaplazi izlenmiştir. Sekiz olguda ise aynı anda antral ve intestinal metaplazi varlığı mevcuttur. Antral metaplazi bulunan 3, intestinal metaplazi izlenen 11, hem antral hem de intestinal metaplazi görülen olguların üçünde değişen derecelerde displazi belirlenmiştir. İntestinal metaplazi ve displazi izlenen 11 olgunun dördünde insidental karsinom saptanmıştır. Sonuç: Çalışmamızda safra keselerinde %30 oranında saptanan metaplazi varlığı metaplazinin oluşumunda rol oynayan en önemli etkenin safra taşı ve inflamasyon varlığına ikincil olarak gerçekleşen kronik doku zedelenmesi olduğunu göstermektedir. İntestinal metaplazilerin antral metaplazilerden gelişebilmesi, displaziye yol açarak karsinoma dönüşebilme olasılığı yanı sıra gerek kanserli dokularda gerekse kanser alanını çevreleyen mukozada metaplazi sıklığındaki yükseklik, bu değişiklik spektrumunun safra kesesi kanseri gelişiminde rol oynayabileceği görüşünü desteklemektedir. Metaplastic changes in the gallbladder commonly associated with cholelithiasis and chronic inflammation may represent premalignant lesions in the course of malignant transformation. Moreover, existence of a probable metaplasia-dysplasia-carcinoma sequence may bear importance in developing gallbladder carcinomas. Materials and methods: In this study, 351 cholecystectomy specimens of 121 male and 230 female patients with chronic cholecystitis seen from May 2001 to November 2006 in Karaelmas University Faculty of Medicine were re-evaluated in terms of metaplasia, dysplasia, carcinoma in situ and carcinoma. Results: While pure antral-type metaplasia was the most common metaplasia (81 cases), intestinal metaplasia was detected in 18 cases. Eight cases displayed coexistence of antral and intestinal metaplasia. Varying degrees of dysplasia were revealed in 3 cases with antral metaplasia, in 11 cases with intestinal metaplasia and in 3 cases with both antral and intestinal metaplasia. Incidental carcinoma was determined in 4 of the 11 cases with intestinal metaplasia and dysplasia. Conclusions: The occurrence of metaplasia, perceived as 30% in the current study, points out that chronic tissue injury secondary to cholelithiasis and chronic inflammation is the major factor contributing to developing metaplasia. In addition to the possibility of intestinal metaplasia developing from antral metaplasia, progressing to carcinoma by causing dysplasia, the high incidence of metaplasia in both carcinomatous components and surrounding mucosa supports the idea that this spectrum of changes may play a role in the development of gallbladder cancer Daha fazlası Daha az

Gliosarcoma with chondroblastic osteosarcomatous differentation: Report of two case with clinicopathologic and immunohistochemical features

Barut, Figen | Kandemir, Onak Nilüfer | Özdamar, Şükrü Oğuz | Gül, Sanser | Bektaş, Sibel | Gün, Doğan Banu | Bahadır, Burak

Makale | 2009 | Turkish Neurosurgery19 ( 4 ) , pp.417 - 422

Gliosarkom, bifazik histolojik patern ile karakterize santral sinir sisteminin nadir tümörüdür. Amacımız, kondroblastik osteosarkomatöz farklılaşmayla birlikte olan iki gliosarkom olgusunun klinik, morfolojik ve immünhistokimyasal özelliklerini tanımlamak ve onların patogenetik mekanizmalarını tartışmaktır. Olgu 1: Anaplastik ependimom nedeniyle parietal kraniotomiye gitmiş 52 yaşında erkek hastadır. Olguya postoperatif radyoterapi ve kemoterapi verildi. İlk operasyondan sonra, dördüncü, yedinci ve onuncu aylarda rekürrensden dolayı tümör için ilave rezeksiyonlar yapıldı. Sonuncu tümör rezeksiyonundan sonra hasta exitus oldu. Postmo . . .rtem biyopsinin histopatolojik incelemesinde, hem gliomatöz hem de sarkomatöz komponentler içeren bifazik morfolojik patern sergileyen neoplazi gözlendi. Olgu 2: Histolojik olarak, sarkomatöz ve glial komponent sergileyen gliosarkom tanısı alan sağ frontal lob kitlesi olan 69 yaşında erkek hastadır. İmmünhistokimyasal özellikleri genelde ilk olgununkine benzemekte, fakat p53 protein ile diffüz nükleer reaksiyon her iki komponentte saptandı. “Kondroblastik osteosarkom özellikleri ile beraber olan gliosarkom” olarak oldukça nadir histopatolojik tanılı iki olgu rapor ettik. Gliosarcoma is a rare tumor of the central nervous system characterized by a biphasic histological pattern. Our objective is to describe clinical, morphological and immunohistochemical features of two cases of gliosarcoma with chondroblastic osteosarcomatous differentiation and to discuss its pathogenetic mechanisms. Case 1: A52- year-old male patient underwent parietal craniotomy due to anaplastic ependymoma. The case had radiotherapy and chemotherapy postoperatively. After the first operation, additional resections were performed for tumor because of recurrences at the fourth, seventh and tenth months. The patient died after the last tumor resection. Histopathologic examination of the postmortem biopsy revealed neoplasm displaying a biphasic morphologic pattern including both gliomatous and sarcomatous components. Case 2: The case was a 69-year-old male patient with a right frontal lobe mass histologically diagnosed as gliosarcoma displaying sarcomatous and glial components. Immunohistochemical features were similar to those of the first case in general, but diffuse nuclear reaction with p53 protein was detected in both components. We report two cases with an extremely rare histopathologic aldiagnosis of “gliosarcoma with features of chondroblastic osteosarcoma” Daha fazlası Daha az

CD10 expression in urothelial bladder carcinomas: Staining patterns and relationship with pathologic parameters

Kandemir, Onak Nilüfer | Bahadır, Burak | Gün, Doğan Banu | Yurdakan, Gamze | Karadayı, Nimet | Özdamar, Şükrü Oğuz

Diğer | 2010 | Turkish Journal of Medical Sciences40 ( 2 ) , pp.177 - 184

Amaç: CD10, çeşitli biyoaktif nöropeptitleri inaktive eden hücre yüzey metaloproteazıdır. CD10’un ürotelyal karsinomlarda prognostik belirleyici olarak kullanılabileceği öne sürülmektedir. Ancak ürotelyal tümörlerde CD10 ekspresyonunu araştıran az sayıda çalışma bulunmaktadır ve sonuçları farklılıklar göstermektedir. Bu çalışmada, ürotelyal mesane karsinomlarında CD10 ekspresyonu incelenmiş ve patolojik parametreler ile ilişkisi araştırılmıştır. Yöntem ve gereç: Toplam 50 ürotelyal mesane karsinomu arşiv materyallerinden seçilmiştir. Tüm olgularda histopatolojik bulgular tekrar gözden geçirilmiş ve WHO/ISUP 1998 sistemine göre derec . . .elendirme uygulanmıştır. Patolojik evreleme için TNM sistemi kullanılmıştır. Her olgu için seçilen bir temsili doku bloğuna CD10 için immünhistokimyasal boyama işlemi gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Elli olgununun 35 (% 70)’inde CD10 ekspresyonu belirlendi. Çalışmamızda düşük ve yüksek dereceli ürotelyal tümörler arasında CD10 immünreaktivitesinin yaygınlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık belirlendi. CD10 ekspresyonu ile tümör boyutu, lenfovasküler invazyon varlığı ve patolojik evre arasında ilişki saptanmadı. Sonuç: Bulgularımız, yüksek dereceli ürotelyal karsinomlarda, düşük dereceli karsinomlara göre daha yüksek oranda CD10 ekspresyonu saptandığını göstermektedir. CD10 ürotelyal karsinomların progresyonunda ve diferansiyasyonunda rol oynayabilir. Aim: CD10 is a cell surface metalloprotease that inactivates various bioactive neuropeptides. CD10 has been suggested as a useful prognostic marker for urothelial carcinoma, but there are only a few studies of CD10 in urothelial tumors and they have shown varying results. The aims of this study were to investigate the expression of CD10 in urothelial bladder carcinomas and to clarify its association with pathologic parameters. Materials and methods: A total of 50 urothelial bladder carcinomas were selected from archival material. All cases were reevaluated histopathologically and graded according to the WHO/ISUP 1998 classification. The TNM system was used for their pathological staging. CD 10 immunohistochemical staining was performed on one representative tissue block for each case. Results: 35 of the 50 (70%) tumors showed positive CD10 immunostaining. We found a statistically significant difference in terms of CD10 extent between low grade and high grade tumors. No association was detected between CD10 expression and other pathologic parameters. No relationship was found between CD10 expression and tumor size, lymphovascular invasion, or pathological stage. Conclusion: According to our findings, high grade carcinomas showed a wider CD10 expression than that in low grade carcinomas. CD10 may play an important role in the progression and differentiation of bladder urothelial carcinomas Daha fazlası Daha az

Tükürük bezi kitlelerinde ince iğne aspirasyon sitolojisi

Bektaş, Sibel | Barut, Figen | Bahadır, Burak | Çınar, Fikret | Özdamar, Şükrü Oğuz

Makale | 2008 | Türk Patoloji Dergisi24 ( 3 ) , pp.153 - 158

Amaç: Çalışmamızda, tükürük bezinde kitle oluşturan hastalıkların tanısına ince iğne aspirasyon sitolojisinin (İİAS) katkısı, olgulara ait biyopsi tanıları ile birlikte değerlendirilerek sunulmuştur. Materyal ve Metod: 2004-2007 tarihleri arasında, Anabilim Dalı'mızda değerlendirilmiş olan 43 olguya ait tükürük bezi İİAS materyali ile bu olgulardan 19'una ait eksizyon materyali gözden geçirilmiştir. Bulgular: İİAS'lerinin 32'si (%74.4) benign, 5'i (%11.6) malignite şüphesi, 2'si (%4.7) malign ve 4'ü (%9.3) yetersiz olarak tanı almıştır. Eksizyon materyali bulunan 19 olgunun (%44) sitolojik ve histopatolojik tanıları karşılaştırıldığ . . .ında; sitolojik olarak benign tanısı verilen 13 olgudan 7'si pleomorfik adenom, biri Warthin tümörü, biri malign potansiyelli miyoepitelyal neoplazi, biri mukoepidermoid karsinom, biri parotis-içi lenf nodu, ikisi ise iltihabi süreç olarak tanı almıştır. İİAS'nde malignite şüphesi tanısı alan 4 olgudan biri histopatolojik olarak malign lenfoma, diğer üçü ise skuamöz hücreli karsinom tanılarını almıştır. İİAS'nde yetersiz olarak tanı alan 2 olgunun biri histopatolojik olarak pleomorfik adenom, diğeri ise inflamatuvar süreç olarak tanı almıştır. Çalışmamızda İİAS'nin tanısal doğruluk, duyarlılık ve seçicilik oranları sırasıyla %88, %66.6 ve %100 olarak bulunmuştur. Sonuç: İİAS tükürük bezi kitlelerinde kolay uygulanabilir ve yüksek tanısal değeri olan bir yöntemdir. Aim: In this study, contribution of fine needle aspiration cytology (FNAC) in the diagnosis of salivary gland diseases forming mass was presented by correlation with biopsy diagnoses. Material and Methods: FNAC materials of salivary glands from 43 cases and excision materials from 19 cases evaluated between 2004 and 2007, in our department were reviewed. Results: FNAC diagnosis were as follows; 32 (74.4%) benign, 5 (11.6%) suspicious for malignancy, 2 (4.7%) malign and 4 (9.3%) insufficient for evaluation. When cytological and histopathologic diagnosis of 19 (44%) cases with excision material were compared, histopathologic diagnosis of 13 cases with benign cytology were as follows: 7 cases of pleomorphic adenoma, one of Warthin's tumor, one of myoepithelial neoplasm with malign potential, one of mucoepidermoid carcinoma, one of intraparotid lymph node and two of inflammatory process. One of the four cases cytologically diagnosed as suspicious for malignancy by FNAC was malign lymphoma and other three cases were diagnosedas squamous cell carcinoma. One of the two cases described as insufficient in FNAC was diagnosed as pleomorphic adenoma and the other as inflammatory process. We found that the diagnostic accuracy, sensitivity and specificity were 88%, 66.6% and 100%, respectively. Conclusion: FNAC is an easily applicable method with high diagnostic value for salivary glands masses Daha fazlası Daha az

Cervicovaginal smear findings of endometrial serous carcinoma: A case report

Barut, Figen | Özdamar, Şükrü Oğuz | Barut, Aykut | Bayar, Ülkü | Bektaş, Sibel | Bahadır, Burak | Gün, Doğan Banu

Diğer | 2008 | GORM:Gynecology Obstetrics & Reproductive Medicine14 ( 2 ) , pp.132 - 135

Uterine serous carcinoma arising from endometrial polyp: A case report

Bektaş, Sibel | Bahadır, Burak | Barut, Figen | Bayar, Ülkü | Özdamar, Şükrü Oğuz

Diğer | 2009 | GORM:Gynecology Obstetrics & Reproductive Medicine15 ( 1 ) , pp.57 - 60

Seröz karsinom, tip II endometrial karsinomun tipik bir örneğidir. Sigara içme, diabetes mellitus ve hipertansiyon hikayesi olan 71 yaşındaki kadın hasta postmenapozal kanama şikayeti ile başvurmuştur. Küretaj materyalinde adenokarsinom tanısı almıştır. Histerektomi materyalinde uterusta polipoid kitlbelirlenmiştir. Histopatolojik olarak endometrial polipden gelişen seröz karsinom gözlenmiştir. İmmünhistokimyasal olarak tümör hücrelerinde p53 ve c-erbB-2 ile diffüz, östrojen ve progesteron reseptörü ile fokal reaksiyon saptanmıştır. Olgumuz, diabetes mellitus ve hipertansiyon hikayesine sahip olmasının yanı sıra östrojen ve progeste . . .ron reseptörleri ile fokal reaksiyon vermesi ile tip 1 endometrial karsinoma ilişkili klinik ve immünhistokimyasal bulguları paylaşmaktadır. Bu tümörde p53 ve c-erbB-2’nin aşırı ekspresyonu göz önünde bulundurulmalıdır. Serous carcinoma is the prototype of type II endometrial carcinoma. A 71-year-old woman who had history of smoking, diabetes mellitus and hypertension admitted to the hospital with postmenopausal uterine bleeding. Curettage material was diagnosed as adenocarcinoma. Hysterectomy specimen revealed a uterine polypoid mass which afterwards was histopathologically proven to be a serous carcinoma arising from an endometrial polyp. Immunohistochemically, tumor cells showed diffuse reaction for p53 and c-erbB-2, and focal reaction for estrogen and progesterone receptors. In addition to history of diabetes mellitus and hypertension, our case shared some clinical and immunohistochemical characteristics of type I endometrial carcinoma, such as focal expression of estrogen and progesterone receptors. Overexpressions of p53 and c-erbB-2 in this tumor type should be considered Daha fazlası Daha az

Nuclear morphometric analysis in gastrointestinal stromal tumors:A preliminary study

Özdamar, Şükrü Oğuz | Bektaş, Sibel | Özdamar, Sevim Erdem | Gedikoğlu, Gökhan | Gün, Banu Doğan | Bahadır, Burak

Diğer | 2007 | Turkish Journal of Gastroenterology18 ( 2 ) , pp.71 - 76

Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler, mezenkimal neoplazmlar içinde yer alan özel bir tümör grubudur. Bu çalışmada, gastrointestinal stromal tümörlerin histomorfolojik ve immünhistokimyasal özellikleri, nükleer morfometrik analiz sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Yöntem: Dokuzu benign ve 13’ü malign davranış gösteren 22 gastrointestinal stromal tümörün hematoksilen- eosin boyalı kesitlerinde, bilgisayar destekli görüntü analiz programı kullanılarak, ortalama nükleer alan, ortalama nükleer yuvarlaklık faktörü, ortalama nükleer elipslik indeksi, ortalama nükleer uzunluk ve ortalama nükleer perimetre ölçülmüştür. Morfometrik analiz . . . sonuçları, tümörlerin davranış, boyut, mitoz sayısı, nekroz varlığı, immünhistokimyasal olarak p53 ve proliferating cell nükleer antijen ekspresyonları ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: Tümör nekrozu ile ortalama nükleer yuvarlaklık faktörü, ortalama nükleer elipslik indeksi, ortalama nükleer uzunluk ve ortalama nükleer perimetre arasında arasında anlamlı ilişki saptanmıştır ( Daha fazlası Daha az

Tiroid Karsinomu Olgularında İnce İğne Aspirasyonu Bulguları

Udul, Perihan | Barut, Figen | Özdamar, Şükrü Oğuz

Makale | 2018 | Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi25 ( 3 ) , pp.265 - 274

Amaç: Preoperatif dönemde ince iğne aspirasyon sitolojisi uygulanmış 93 tiroid karsinom olgusuna ait sitopatoloji preparatlarının Bethesda Sistemine göre yeniden değerlendirilmesi ve bulguların klinikopatolojik veriler ile olan ilişkisi incelendi. Gereç ve Yöntem: 93 olgunun sitopatoloji raporlarındaki tanılar gözlemci tarafından Bethesda Sistemi’ne göre kategorize edildi (grup 1) ve önceki tanıları bilinmeksizin sitopatoloji preparatları yeniden tarandı; Bethesda Sistemi’ne göre tanı verildi (grup 2). Her iki tanı grubu arasındaki fark ve/veya uyumsuzluk sorgulandı. Folliküler patern gösteren karsinomların sitopatoloji tanıları ara . . .sındaki fark ve/ veya uyumsuzluk da araştırıldı. Yaş, cinsiyet, tümör tipi, tümörün boyutu, tümör odak sayısı, karsinoma eşlik eden komponent ve ilk rezeksiyon tipi olarak değerlendirme kapsamına alınan klinikopatolojik veriler incelendi. Bulgular: Çalışmamızda iki tanı grubu arasındaki fark (p=0.522) anlamlı bulunmazken, gruplar arasında orta derecede uyum saptandı (kappa=0.493). Folliküler patern gösteren karsinom olgularında ise iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p=0.560); orta derecede uyum gözlendi (kappa=0.555). Her iki tanı grubunun tümör tipi, tümör odak sayısı ve eşlik eden komponent ile olan ilişkileri istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken, grup 1’in tümör boyutu ile ilişkisi anlamlı bulundu. Sonuçlar: Çalışmamızdaki olguların tamamı histopatolojik olarak karsinom tanısı almış ise de sitopatolojik olarak hepsi ‘Malign’ grupta kategorize edilememiştir. Bethesda Sistemi’ne göre her tanı kategorisinde az da olsa malignite riski olduğundan ince iğne aspirasyon sitolojisine ek olarak klinik ve radyolojik özelliklerin dikkatli olarak değerlendirilmesi tiroid karsinomu olgularının gözden kaçırılmamasını sağlayacaktır Objective: The re-evaluation of 93 cytopathology preparations belonging to thyroid carcinoma cases that underwent fine needle aspiration cytology in the preoperative period according to the Bethesda System and the examination of the relationship between findings and clinicopathological data. Material and Method: Cytopathology reports in 93 cases were categorized by observers that have been diagnosed according to the Bethesda System (group 1) and cytopathology preparations were scanned again without knowing the previous diagnosis; was diagnosed according to the Bethesda System (group 2). The difference and/or non- compliance between the two diagnostic groups have been questioned. The difference and/or non-compliance between carcinomas showing follicular patterns through cytopathology diagnosis were also investigated. Clinicopathological data which included the first resection as age, gender, tumor type, tumor size, number of tumor foci, concomitant carcinoma component and the type of evaluation were analyzed. Results: In our study, the difference between the two diagnostic groups was not significant (p=0.522) but compliance between the groups was moderate (kappa=0.493). There was no statistically significant difference between the two groups showing the pattern of follicular carcinomas (p=0.560); compliance was observed moderate (kappa= 0.555). There was no statistically significant relationship between each of the two diagnostic groups, tumor type, number of tumor foci and accompanying components; on the other hand, the corrrelation between tumor size and group 1 was significant. Conclusion: Even all the patients in our study have a diagnosis of carcinoma histopathologically; cytologically they could not be categorized as ‘malignant’. According to the Bethesda System, in each diagnostic category there is a slight risk of malignancy and in addition to the fine needle aspiration cytology, a careful evaluation of clinical and radiological features will ensure the situation of patients with thyroid carcinoma not being overlooked Daha fazlası Daha az


6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.


Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.