Ok, Elvan
Makale | 2008 | Türk Geriatri Dergisi11 ( 4 ) , pp.204 - 207
Yaşlılık, hem erkek hem de kadın organizmasında bir dizi değişikliğe yol açarken, ilerleyen erkek yaşının spermatogenezi ve fertilizasyonu da etkileyebileceği düşünülmektedir. Günümüzde babalık yaşının ileri yaşlara kayması, ileri erkek yaşının etkileri konusundaki araştırmaları hızlandırmıştır. Çoğu çalışma erkek yaşının ilerlemesiyle semen parametrelerinden özellikle sperm hareketliliği, semen hacmi ve normal morfolojideki sperm sayısının olumsuz etkilendiğini savunurken, sperm konsantrasyonunun ise değişmeden kaldığını bildirmektedir. Ancak bu yaşa bağlı değişikliklerin ılımlı düzeyde olduğu ve bu durumun geciken fertilitede etki . . .si olup olmadığı henüz açıklık kazanmamıştır. İleri erkek yaşı ile sperm kromozomlarında kalitatif ve kantitatif değişikliklerin ilişkisi tartışmalı bir konu olarak güncelliğini korumaktadır. Sonuç olarak maternal yaşın ekarte edildiği ve sistemik veya üreme sağlığı açısından sorunu olmayan yaşlı erkeklerde yapılacak daha fazla çalışmanın daha somut bilgiler verebilir. Old age leads to a series of changes both in male and female organisms and increasing male age is considered to affect spermatogenesis and fertilization as well. Recently, the upward shift in paternal age has accelerated research on the effects of advanced male age. Most studies maintain that semen parameters; in particular, sperm mobility, semen volume, and the number of sperms with normal morphology are adversely affected by the increase in male age, while sperm concentration remains unchanged. However, these age-dependent changes are at a moderate level and it is still uncertain whether this phenomenon has an impact on delayed fertility. The relationship between advanced male age and the qualitative and quantitative changes in sperm chromosomes is a controversial subject of current interest. Consequently, further studies to be conducted on elderly men with no systemic or reproductive health-related problems in which maternal age will be eliminated could provide more tangible information Daha fazlası Daha az
Zehir, Sinan | Şahin, Ercan | Sipahioğlu, Serkan
Makale | 2017 | ORTADOĞU TIP DERGİSİ9 ( 2 ) , pp.66 - 72
Amaç: Çalışmamızda AO-32A ve 32B yetişkin femur cisim kırıklarında genişleyebilir intramedüller çivilerin kullanımı ve sonuçlarını değerlendirdik.Gereç ve Yöntem: En az 1 yıllık takipleri olan, AO-32A ve 32B yetişkin femur cisim kırığı nedeniyle genişleyebilir intramedüller çivi tedavisi uygulanmış 71 hasta (25 kadın, 46 erkek; ortalama yaş 37.2 yıl; aralık 17-83 yıl) retrospektif olarak çalışmaya alındı. Ameliyat süreleri ameliyat notlarından kayıt edildi. Hastalar son kontrollerinde klinik olarak Thoresen kriterlerine göre değerlendirildi ve alt ekstremite uzunluk farkları not edildi. Radyolojik olarak ise kırığın kaynamasına ve r . . .edüksiyonun devamlılığına bakıldı.Bulgular: 64 çivi açık cerrahi yaklaşımla, 7 çivi ise kapalı cerrahi yaklaşımla uygulandı ve ortalama ameliyat süresi 78 dakika (60-135 dakika) olarak bulundu. 63 (%88,7) olguda kaynama gerçekleşti ve ortalama kaynama süresi 18 hafta (13-32 hafta) idi. Son kontrollerde yapılan muayenede Thoresen kriterlerine göre 51 (%71,8) çok iyi, 12 (%16,9) iyi, 6 (%8,4) orta ve 2 (%2,8) olguda kötü sonuç alındı. 1 olguda 3 cm kısalık, 3 olguda 2 cm kısalık, bir olguda 1 cm kısalık ve 2 olguda ise < 1 cm kısalık vardı. 7 olguda diz ön ağrısı gelişti. 3 (%4,2) olguda uygulanan çivi şişirilemedi. 15 (%21,1) olguda çivi uygulandıktan sonra şişirilmeyi takiben kırık hattı etrafında femur medullasının genişleme, bir olguda lateral sirkumfleks femoral arter yaralanması oluştu. 4 (%5.6) olguda yüzeyel enfeksiyon görüldü ve antibiyotik tedavisi ile iyileşme sağlandı.Sonuç: Genişleyebilir intramedüller çiviler uygulama zorluğu ve sebep olabileceği komplikasyonlar nedeniyle sınırlı endikasyonlarla kullanılmalıdır. Aim: To evaluate the use and results of expandable intramedullary nails applied to adult AO -32A and 32B femoral shaft fractures.Material and Method: This retrospective study included 71 patients (25 females, 46 males; mean age 37.2 years, range 17-83 years) applied with expandable intramedullary nailing treatment for AO-32A and 32B femoral shaft fractures, with at least a 1-year follow-up period. Operating time was recorded from the operating notes. At the final follow-up examinations, patients were evaluated clinically according to the Thoresen criteria and lower limb length differences were recorded. Bone union and continuity of reduction were examined radiologically. Results: 64 nails were applied with an open surgical approach and 7 nails with a closed surgical approach. Operating time was mean 78 mins (range, 60-135 mins). In 63 (88.7%) cases, bone union was delayed and the mean time to union was 18 weeks (range, 13-32 weeks). According to the Thoresen criteria at the final follow-up examination, the results were very good in 51 (71.8%) cases, good in 12 (16.9%), fair in 6 (8.4%) and poor in 2 (2.8%). Shortness of 3cm was determined in 1 case, 2cm in 3 cases, 1cm in 1 case and Daha fazlası Daha az
Erol, Bülent | Esen, Tarık
Makale | 2008 | Türkiye Acil Tıp Dergisi8 ( 4 ) , pp.192 - 197
Travma dışı hematüri, sık görülen üriner sistem taş hastalığı, üriner sistem enfeksiyonu ve tümörleri (renal hücreli kanser ve ürotelyal tümörler), renal parankimal hastalık gibi birçok nedenle ortaya çıkabilir. Bu başlıklar incelendiğ inde hematüri nedenleri oldukça geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu nedenle birçok doktor nedenlerin ortaya konması için geniş araştırmaya başvurmak zorunda kalmaktadır. Bu yazıda, travma dışı hematürinin terminolojisi, majör nedenleri ve tedavi yaklaşımı tartışıldı. Non-traumatic hematuria may have several causes including urinary tract calculi, urinary tract infection, urinary tract neoplasms (inc . . .luding renal cell carcinoma and urothelial tumors), and renal parenchymal disease. These causes refers a wide range of diseases lead physicians a detailed survey. Terminology, the major causes and treatment approaches of non-traumatic hematuria are discussed in this review Daha fazlası Daha az
Yazgan, Ömer | Yazgan, Sibel | Büyükkaya, Ayla | Büyükkaya, Ramazan
Mektup | 2015 | Abant Tıp Dergisi4 ( 1 ) , pp.84 - 86
…
Söğüt, Ayhan | Uzun, Lokman | Altın, Remzi | Uğur, Mehmet Birol
Makale | 2005 | Zeynep Kamil Tıp Bülteni36 ( 1 ) , pp.39 - 43
Amaç: Çocukluk çağı tıkayıcı uyku apnesi sendmmu (TUAS) çocukların yaklaşık % 2'sinde görülen ciddi bir hastalık olup uyku sırasında tekrarlayan kısmi veya tam üst hava yolu tıkanıklığı epizodlan ile karakterizedir. Habituel horlama (HH) çocukların % 7-9'unda görülen sık bir semptomdur. HH'h çocuklarda hipoksemi ve hiperkapni bulunmamasına rağmen, TUAS varlığına işaret eden muayene bulgularının bulunması bu iki durumun klinik ayrımını güçleştirmektedir. Bu çalışmada, habituel horlama ve TUAS'u olan çocukları inceleyerek, bu iki bozukluğun klinik ayrımında orofarengeal muayene bulgularının tanısal değerini araştırdık. Gereç ve Yöntem . . .: Bu çalışmaya her gece horlama şikayeti olan 74 çocuk dahil edildi. Her çocuğun TUAS ile ilişkili semptomlar açısından ayrıntılı anamnezi alındı ve fizik muayenesi yapıldı. Polisomnogra.fi sonuçlarına göre çocuklar TUAS ve habituel horlama gruplarından birine dahil edildi. Uykuda saat başı iki veya daha fazla apne veya hipopne atağı olan çocuklar TUAS olarak sınıflandırıldı. Palatin tonsil, adenoid büyüklüğü ve mallampati skorları her bir evre için iki grup arasında ki-kare testi ile karşılaştırıldı. Bulgular: Olguların 17'si HH ve 57'si TUAS'lı idi. Adenotonsil hipertrofili veya mallampati evresi yüksek olan hastaların TUAS ve HH grupları arasındaki dağılımı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Evre 1 palatin tonsil'büyüklüğü HH grupta TUAS'lı gruba göre sınırda anlamlı olarak daha yüksek oranda bulundu (p = 0.07) Sonuç: Bu çalışmada elde edilen bulgulara göre,sadece evre 1 palatin tonsil büyüklüğü HH grupta TUAS'lı gruba göre sınırda anlamlı olarak daha . yüksele oranda görülmekte olup, orofarengeal muayene bulguları İVAS ve HH'nm kesin ayrımında yeterli olmamakta, her iki grupta da benzer muayene bulguları gözlenmektedir. Objective: Obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) in children is a serious disease, estimated to occur in approximately 2% pf children and is characterized by repeated episodes of complete or partial upper airway obstruction during sleep. Habitual snoring (HS) is a common symptom seen in %7-Q of children. Although there is no hypercapnia and hypoxemia in HS, presence of examination findings suggestive of OSAS in HS makes the clinical differentiation of these two conditions a challenging one. In this study we evaluated children with HS and OSAS and assessed the diagnostic value of the findings of oropharyngeal examination in the clinical differentiation of these two disorders. Material and Method: 74 children with every night snoring symptom were included in the study. Detailed history with regard to OSAS symptoms was obtained and physical examinations was performed for each child. Children were classified in either OSAS orHS group according to polysomnography results. Children with more than two spells of apnea or hypopnea per hour of sleep were classified as OSAS. Palatine tonsil and adenoid vegetation sizes and mallampati scores were compared between the two groups for each stage by using chi-square test. Results: There were 17 and 57 children in the HS and OSAS groups, respectively. There wasn't any statistically significant difference between the two groups in terms of adenotonsillary hypertrophy and higher mallampati scores (p>0.05). Stage 1 palatine tonsil size was more frequent in HS group than OSAS group and the difference was close to statistical significance (p-0.07). Conclusion: According to the findings of this study only stage 1 palatine tonsil size was more frequent in HS group than OSAS group with a difference close to statistical significance.- Oropharyngeal . examination findings are not sufficient to distinguish children with HS from those with OSAS and the findings are similar in two groups Daha fazlası Daha az
Çelik, Sevim | Kavacık, Duygu | Nair, Asude | Şeker, Nurdan | Demirel, Leyla
Makale | 2015 | Bakırköy Tıp Dergisi11 ( 2 ) , pp.66 - 73
Amaç: Bu çalışmanın amacı cerrahi girişim geçiren yaşlı hastalarda bilişsel fonksiyon bozukluğunun görülme sıklığını ve etkileyen faktörleri belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışma, ileriye dönük tanımlayıcı ve ilişki arayıcı çalışma olarak dizayn edildi. 36 hasta ile ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. gün ve 3. günde görüşme yapıldı. Veriler, Kişisel Bilgi Formu, cerrahi girişim sonrası 1. ve 3. günündeki bilişsel değişiklikleri değerlendiren Mini Mental Durum Testi ve hasta bilgi dosyası kullanılarak toplandı. Bulgular: Ameliyat öncesi dönemde hastaların %91.6’sının bilişsel fonksiyonları normaldi. Ameliyat sonrası 1. günde hast . . .aların %47.2’sinin, ameliyat sonrası 3. günde %33.4’ünün bilişsel fonksiyonları bozulmuştu. Genel anestezi alan hastaların bilişsel fonksiyonlarda ameliyat sonrası 1. günde anlamlı şekilde bozulma mevcuttu (p=0.04). Yaş artışı ile bilişsel fonksiyon bozukluğu arasında anlamlı ilişki vardı (p=0.00). Kadınların ameliyat sonrası bilişsel fonksiyonlarında anlamlı değişiklikler gözlendi (p=0.00). Sonuç: Bu çalışma, yaşlı hastaların ameliyat sonrası bilişsel fonksiyonlarında anlamlı bozulma olduğunu gösterdi. Objective: The aim of this study was to identify the incidence of cognitive impairment in elderly patients who underwent surgery and affecting factors. Material and Methods: The study was designed as a prospective and correlational study. It was interviewed with 36 patients on preoperative period, on postoperative day 1 and day 3. Data were collected by personal information form, Mini Mental State Examination and patient information file. Results: 91.6% of patients with preoperative cognitive function were normal. Of up to 47.2% of patients on postoperative day 1, in 33.4% of patients on postoperative day 3, cognitive function was impaired. There was significant deterioration on cognitive functions of the patients who received general anesthesia (p=0.04). There was a significant relationship between cognitive impairment and increasing age (p=0.00). Significant changes in postoperative cognitive function of women was observed (p=0.00). Conclusion: This study showed significant deterioration on cognitive functions of elderly patients in the post-operative period Daha fazlası Daha az
Şerifoğlu, İsmail | Öz, İbrahim İlker | Karataş, Serdar | Çağlı, Bekir | Tuncer, Alpaslan Sedat
Makale | 2015 | Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi40 ( Ek 1 ) , pp.38 - 41
Dambıl tümörler iki veya daha fazla spinal alanı tutan tümörlerdir. Dambıl tümörlerin büyük kısmını schwannomlar oluşturur. Spinal menenjiomların dambıl tümor olarak prezente olması oldukça nadirdir. Spinal dambıl tümör şeklinde prezente olan menenjiomların görüntüleme yöntemleri ile ayırıcı tanısının yapılması hem cerrahi öncesi doğru tedavi planlaması, hem de cerrahi sonrası olası rekürensleri engelleme açısından önemlidir. Dumbbell tumors are tumors of two or more regions of the spinal column. The majority of the dumbbell tumors are schwannomas. The presentation of spinal meningiomas as a dumbbell tumors are very rare. The diagno . . .sis of Dumbbell-shaped meningiomas with imaging methods is important for preoperative accurate treatment planning and to prevent its postsurgical recurrences Daha fazlası Daha az
Sayın, Muhammet Raşit | Akpınar, İbrahim | Demirtaş, Abdullah Orhan
Mektup | 2013 | Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi21 ( 3 ) , pp.868 - 869
…
Aktaş, Ranan Gülhan | Öztekin, Aynure | Bayar, Ülkü | Öztekin, Coşkun
Makale | 2008 | Zeynep Kamil Tıp Bülteni39 ( 4 ) , pp.175 - 180
Çalışmada; CD31, hCG ve Estrojene spesifik reseptörlerin normal gelişimini tamamlamış insan plasentasındaki lokalizasyonunun araştırılması amaçlandı. Materyal ve Metod: 10 adet insan plasentasından hazırlanan kesitler; Hematoksilen-Eozin, PAS ve Masson 'un trikrom boyaları ile boyandı. Ardından; HCG(Ab-5)(Lab Vision), CDS I (Diagnostic BioSystems), insan estrojen reseptörüne spesifik antikorlar (Diagnostic BioSystems) ile indirekt immunoperoksidaz yöntemi kullanılarak işaretlendi. Bulgular: CD31 ile; fetal kapillerleri döşeyen endotelyal hücre sitoplazmaları ile; koryon içerisindeki kapillerler ve diğer tüm damarsal yapıları çevrele . . .yen endotel hücreleri işaretlendi. Sinsityotrofoblastlar hCG ile belirgin şekilde boyandı. Villuslar içerisinde; yer yer sitoplazmaları hCG ile işaretlenmiş mezenkimal hücreler gözlendi. Koryon içerisinde de sitoplazması boyanmış hücrelere rastlandı. Estrojene spesifik reseptörlerle; sinsityotrofoblast sitoplazmalannda, villuslar içindeki mezenkimal hücrelerin bir kısmında, koryon kesitlerinde bazı bağ dokusu içerisindeki hücrelerin sitoplazmalannda işaretlenme mevcuttu. Tartışma: CD31 ile villuslar içerisinde lokalize mezenkimal hücrelerde işaretlenme gözlemleyememiz; yeni damar oluşumunun artık son dönem plasentada stimüle edilmediğini düşündürmektedir. hCG ile boyanmış mezenkimal hücrelerin varlığı bu hücrelerin; sinsityotrofoblastlar gibi hCG sentezleyip salgılayan hücreler ya da sinsityotrofoblastlar a farklılaşma potansiyeline sahip öncül hücreler olabileceği kanısındayız.Estrojen reseptörüne spesifik antikorla; koryon kesitlerinde ve villus içi mezenkimal hücrelerde gözlemlenen boyanma; sinsityotrofoblastlara dönüşmek üzere programlanmış hücreler veya bu reseptörleri taşıyan diğer tipteki hücreler olabileceklerini düşündürmektedir. Introduction: The aim of the study was to investigate the localization of CD31, hCG and the receptors which are specific for estrogene in normal human placenta. Material and Methods: Sections from 10 normal human placenta were stained with Hematoksilen-Eozin, PAS ve Masson's trichrom stain and immunolabeled with the antibodies specific for HCG(Ab-5)(Lab Vision), CD31 (Diagnostic BioSystems) and human estrogene receptor s (Diagnostic BioSystems) . RESULTS: Antibodies specific for CD31 were localised in the fetal capillary endothelial cells's cytoplasm and the endothelial cells aroud the different types of vessels in Chorion. Syncythyotrophoblasts were immunostained with hCG. There were also immunolabeling in the cytoplasm of mesenchimal cells in villi, and in some cells in chorion. Labeling for the receptors specific for Estrogene were localised in the cytoplasm of syncythiotrophoblasts, in mesenchimal cells in villi and the cytoplasm of the connective tissue cells in chorion. Conclusions: We conclude that new vessel formation is not common in villi in term placenta since immunolabeling with CD31 in mesenchimal cells at this location were not seen. Mesenchimal cells which were stained with hCG might be the cells which synthesize and secrete HCG, like syncythyotrophoblasts, or they might be primitive cells which have potential for differentiation into the cyncythiotrophoblasts. Cells labeled with the estrogene receptor specific antibodies in mesenchimal cells in chorion and in villi would be the precursor cells of syncythiotrophoblasts or other cell types carrying these type receptors Daha fazlası Daha az
Yılmaz, H. Ramazan | Özen, O. Aslan | Songur, Ahmet | Söğüt, Sadık | Özyurt, Hüseyin | Sarsılmaz, Mustafa
Diğer | 2002 | Van Tıp Dergisi9 ( 1 ) , pp.1 - 5
Bu çalışmada, subkronik formaldehit inhalasyanunun, sıçan böbreğinde karbohidrat metabolizmasının önemli enzimleri olan Glukoz-6-fosfat dehidrogenaz (G6PD), 6-fosfoglukonat dehidrogenaz (6PGD), Laktat dehidrogenaz (LDH), Malat dehidrogenaz (MDH) ve Heksokinaz (HK) enzim aktivitelerine etkisi araştırıldı. Bu amaçla, 24 adet yetişkin erkek Wistar-Albino sıçan kullanıldı. Bu sıçanların formaldehit inhale ettirilmeyen 8 tanesinden kontrol grubu oluşturuldu. Subkronik formaldehit inhalasyonunun toksik etkisinin araştırıldığı hayvanların 8 tanesine 10 ppm dozunda, diğer 8 tanesine de 20 ppm dozunda 13 hafta süreyle formaldehit inhajle ett . . .irildi. Böbrek dokusundaki enzimlerin aktiviteleri spektrofotometrik olarak tayin edildi. 10 ppm dozu inhale ettirilen sıçanlarda, böbrek 6PGD ( Daha fazlası Daha az
Bilir, Cemil | Engin, Hüseyin | Bilir, Filiz
Makale | 2015 | ORTADOĞU TIP DERGİSİ7 ( 1 ) , pp.50 - 52
Son yıllarda vasküler büyüme faktörleri, reseptörleri ve memeli rapamisin yolağına karşı geliştirilen hedefe yönelik moleküller metastatik böbrek hücreli karsinoma tedavisinde önemli bir yer tutmaktadır. Biz de; interferon alfa 2b, sunitinib, sorefenib ve everolimus ile uzun süreli sağkalım sağlanmış bir metastatik böbrek tümör vakası sunduk. 48 yaş erkek hastaya Nisan 2007’de metastatik böbrek tümörü tanısı konuldu ve yaklaşık 50 ay boyunca tedavi edildi. Hastada tirozin kinaz inhibitörleri (TKI) ile 44 ay genel sağkalım sağlandı (sırasıyla 5 ay sunitinib, 24 ay sorafenib ve 15 ay everolimus). Metastatik böbrek tümörü sıklıkla kür . . .edilemeyen, dekadlar boyunca kötü prognozlu olup az sayıda tedavi seçeneği mevcuttur. Randomize kontrollü çalışmalarda ise daha önceden hem tedavi almış hemde tedavi almamış metastatik böbrek kanserlerinde hedefe yönelik ajanların etkinliği gösterilmişti. Metastatik böbrek tümörünün TKI ve mTOR inhibitörleri ile tedavisi ardı sıra kullanılmadığı taktirde 12 aydan az sağkalım sağlarken bizim vakamızda sırası ile kullanımda 44 aylık ilave bir sağkalım elde edildi. In recent years, targeted therapies directed against vascular endothelial growth factor (VEGF) and its receptor (VEGFR), and mammalian target of rapamycin (mTOR) pathways have replaced immunotherapy in the treatment of metastatic renal cell carcinoma (mRCC). We reported a case who treated with mRCC and had long term survival with interferon alpha 2b, sunitinib, sorafenib, and everolimus sequentially. On April 2007, a 48 year-old man diagnosed with RCC. To date, the patient has received 50 months of treatment. The patients had 44 months of overall survival with tyrosine kinase inhibitors (TKIs), 5 months with sunitinib, 24 months with sorafenib and 15 months for everolimus respectively. Metastatic RCC is commonly incurable and, for decades, patients with this disease had a poor prognosis due to few treatment choices. Randomized controlled trials have demonstrated the clinical benefits of targeted agents in mRCC, for both previously treated and treatment-naïve patients. Metastatic RCC treatment with TKIs and mTOR inhibitors usually provide less than 12 months without sequentially design but in this case we had had 44 months of overall survival Daha fazlası Daha az
Karacı, Mehmet | Örnek, Zuhal | Seyrek, Burak | Yüksek, Mutlu | Yüksek, Nazmiye
Makale | 2016 | Ege Tıp Dergisi55 ( 1 ) , pp.41 - 43
Henoch-Schönlein purpurası (HSP), artrit / artralji, gastrointestinal ve genitoüriner sistem tutulumunun eşlik ettiği non- trombositopenik purpura ile karakterize, çocukluk çağının en sık görülen vaskülitidir. Genitoüriner sistem tutulumu olan olgularda hem skrotum hem de penis etkilenmesi oldukça nadirdir. Bu yazıda, tipik deri bulguları, eklem bulguları, skrotum ve penis tutulumu olan üç buçuk yaşındaki bir erkek olgu sunulmak istenmiştir. Hastada prednizolon ve ibuprofen tedavisi ile dört günde tamamen iyileşme sağlanmıştır. Sonuç olarak, penis ve skrotum tutulumu gösteren HSP olgularında, tartışmalı olmakla birlikte, ibuprofen v . . .e steroid tedavisi uygulanabilir. Henoch-Schönlein purpura (HSP), characterized by non-thrombocytopenic purpura accompanied by arthritis / arthralgia, gastrointestinal and genitourinary system involvement is the most common vasculitis in childhood. In case of genitourinary system involvement, the involvement of both the scrotum and the penis is very rare. In this report, a 3.5 year-old boy with typical skin symptoms, joint symptoms, scrotum and penis involvement is presented. In this patient, prednisolon and ibuprofen treatment has resulted in the resolution of the symptoms in four days. In conclusion, ibuprofen and steroid treatment could be administered in HSP children with penile and scrotum involvement although controversial Daha fazlası Daha az